Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Mayıs 2015 Cuma

yekteran baydemir 4

  

Meraba; yine ben...

   Son yıllarda çevremde cereyan eden bi akım var: Pozitif anarşizm. Çevremin aydınlardan, sanatçı ve yazarlardan oluştuğunu söylemiştim. Bu insanları peşinden sürükleyen bu akımı elbette yakından tanımalıydım. Çünkü bir orman gibi kardeşçesine yaşayıp, o güzel atlara binip çekip gitmek şüphesiz her askerin vatani borcudur.
   Beni askere almadılar. Gözlerden ırak bir manastırda büyümemin toplum açısından daha faydalı olacağını görmüş olmalılar. Öyle ya, görmeseler demirin tuncuna- çok afedersiniz ama- insanın piçine kalırdık. Oysa öyle mi, elbette değil. Şimdi kenetlenme ve birlik olma zamanı. Herkes evinin önünü ya süpürecek ya süpürecek. Sunay Akın'ın başına gelenlerden ders çıkarmayana ben ne deyim. O kadar uyardım, yapmayın etmeyin siz kardeşsiniz, evlenemezsiniz dedim, bir türlü dinletemedim. Burda manastırın gözlerden ırak olmasının da payı yok değil elbet. Manastır deyince, Nazım'la yazışmalarımızı hala saklarım. Nazım, 1.82 boylarında, mavi gözlü, dalgalı saçlı hoş bir çocuktu. Yasaklı olduğu için bana Osman kod adıyla hitap ederdi, ben de efendim derdim tabii. Bana o güzelim Paris yıllarını, Jackie Kennedy, Albert Camus ve Michael Jordan'la olan derin sanat sohbetlerini anlatırdı. Sonradan Tom Cruise ve Madonna'nın öncülüğünü yapacağı bi akımın temellerini attığını bilmiyordu tabii. Aydınlanma! Her şey bu kelimenin altında saklıydı. Bunun anahtarı ise arınmada gizliydi. Nazım'ın mektuplarını karıştırırken ne çok 17 rakamı olduğunu keşfettim. Bana şifreli bir şeyler anlatıyordu Nazım, ve fakat ben kafayı sanata taktığımdan bunu bir türlü göremiyordum. Şimdi anlatacaklarım bir içsel yolculuk, bir arınma, bir aydınlanma hikayesidir ve yolu sevgiden geçen herkesi selamlar.
Yazarın notu: Bu yazı, bir gün tiyatro oyunu yapılırsa bu bölüm prolog olarak canlandırılsın ve sahne karartılsın. Bi de ışıkçı muhakkak Çağan Irmak olsun. Müziklerini kimin yapması gerektiğini söylememe gerek yoktur sanırım.
Hazırsanız başlıyorum.

  Geçen hafta, 3 haftalık bi aydınlanma turuna katıldım. 2 kişi her şey dahil 3000 dolardı. Gerçi ikinci kişiyi bulmakta zorlandım tabii. Bildiğiniz gibi çok geniş bi çevrem var. Sonunda bu 6 kişi arasında kelimelik turnuvası düzenlemeye karar verdim. Hepsi yenildi. Selahattin uygulamayı indirmem diye tutturduğu için hiç yenilmedi. O sebepten 3000 doları ödedim ve Selahattin'i götürdüm. Belki geri getirememi de peşin peşin söyledim, allah var.
   4 günlük zorlu bi yolculuktan sonra Kızılcahamam denen doğa harikası gizli cennete vardık. Otelimiz, merkeze 456 adım uzaklıkta, 2 odalı hoş bir aile işletmesiydi. Kayıt için kimlik istediler. Bir de ne görelim, Selahattin sen o telaşla kimliği evde bırak. Neyseki daha önce yazdığım yazılarda adından sıkça söz etmiştim. Açtım, yazıların aldığı 75 layk'ı gösterdim de Selahattin'in varlığına ikna oldular. Selahattin derin bi oh çekti ve bunu 3 turluk bi halayla kutladık. Parayı peşin aldılar. Hizmet kalitesini ordan hemen anladım tabii. Bizi, 2 odanın en güzeline yerleştirdiler. Oda, iki kişinin sırtsırta vererek dolaşabileceği kadar ferahtı. Sağda bi ranza solda da bi kapı vardı. Şüphesiz o kapı odaya girip çıkmak için kullandığımız kapıydı. Yükseklik korkum olduğundan Selahattin üste yerleşti. İlk gün 456 adımda merkeze ulaştık. 200 gram darulfülfül ve bi çalı süpürgesine 173 tl ödemenin verdiği mutlulukla otelimize döndük. Akşam yemeği için hazırlandık. Bu aydınlanma programının önemli aşamalarından biri de bedensel detokstu şüphesiz. 3 haftalık bu programda hem bedenen hem ruhen bambaşka biri olacağımız garanti edilmişti. Gerçi ben kendimden memnundum, lakin Selahattin biraz değişse fena olmazdı hani. Laf aramızda, iyi çocuktu hoş çocuktu buğday tenliydi falan ama, bir takım sıkıntıları olduğu gül gibi meydandaydı. Akşam yemeği için bi kase az yağlı tavuk yoğurdu ve bi ekşi elma getirdiler. Ben noolur noolmaz diye elmamın yarısını olası bi orkestra provası için cebime attım.
   Ertesi sabah 7'de lobide buluştuk. Ben, Selahattin, Arman adında bir çocuk ve otelin sahibi. Arman, 1.72 boylarında tuhaf tenli, buğday boylu bi çocuktu. 17 -39 yaşları arasında olmalıydı. Programa neden katıldığını ne yapıp edip öğrenmeliydim. Bu düşünce bile boynumdaki tüylerin ürpermesine yol açtı ve oldukça şehvete kapıldım. Lakin hemen amacımı hatırlayıp kendime geldim tabii. Otel sahibi, Arman' a bi şeyler söyledi. Sonra da üçümüz patikaya doğru yola çıktık. Patika, 1.347 boylarında, engebeli ve zorluydu. Tam tırmanışa geçecektik ki Arman, bi ağacın dibinde uyuklayan eşekli adama seslendi:
- Tahsin abi!
Tahsin Abi, 1.78 boylarında, dolgun kalçalı, buğday tenli eşekli bi abiydi ve hem abi olduğu hem bir eşeği olduğu her halinden belli oluyordu. Arman eşeğe binmemiz gerektiğini söyledi. Biz de bindik. Patikanın 234 adımlık bölümünü eşeğin üzerinde ruhumuzu arındırarak geçtik. Allahım sana şükürler olsundu. Bu tecrübe ile, eşeğin yanında ne kadar şanslı yaratıklar olduğumuzu idrak ettik. En çok da Selahattin... Gece boyu süpaneke okudu durdu. Akşam yemeğinde az yağlı bi tavuk yumurtası ile yarım elma yedik. Daha ilk günden arındığımızı hissediyorduk.
  
 İkinci gün Arman bizi merkeze götürdü.
- Selam Macit. Bize 2 oralet.
Macit; 1.83 boylarında diri vicutlu, yanık tenli, yapılı, hoş bi çocuktu. Sahibi olduğu dükkan, çivili köpek tasmaları, semaverler, halatlar, lokum ve keçe satılan ilginç bi dükkandı ve muhtemel 4.40 a 5.30 ebatlarındaydı. Oralet, sıcak içilen bir içecekti. Tadı bir sebzeyi anımsatıyordu. Ömrümün geri kalanını bu sebzenin ne olduğunu aramakla geçireceğimi o zamanlar bilemezdim tabii. Hayat sürprizlerle doluydu. Selahattin nedense içmedi. Arman bizi orda bırakıp 7-8 saat sonra döneceğini söyledi. Allahım, bugünün sınavı neydi? Sabırsızlıktan yerimde duramıyordum. O gün güneşin altında fazla kalmış olacağız ki akşam yemeğinden sonra hemen uyuduk. Akşam yemeğinde az yağlı bi bardak tavuk sütü ve yarım armut vardı. Gece terden sırılsıklam uyandım. Atletim ıslanmış ve meme uçlarım oldukça belirginleşmişti. Selahattin dedim, uyan. Olay armutta, anlıyor musun?
Üçüncü gün tatildi. Otel sahinin hanımı bize şifalı otlardan yapığı gözleme ve tam yağlı ayran ikram etti. Bizle birlikte çoluklu çocuklu bi kalabalık da yedi gözlemelerden. Topluma ne denli faydalı olduğumu resmen görüyordum...
Dördüncü gün bizi termal denen bi havuza götürdüler. Her halinden hititlerden kalma olduğu belli olan bu havuz, buram buram tarih kokuyordu. Arman, bu tarih kokusuna verilen adın kükürt olduğunu söyledi. Yaşasın, bir arkadaşım daha olmuştu. O tarihi suda 11 saat geçirdikten sonra Cervantes'i, daha da önemlisi Don Kişot'u daha iyi anlıyordum. Aydınlanmanın doruğundaydım ve nefsime hakim olmakta zorlanıyordum.

  Beşinci gün üç haftanın dolduğunu söylediler. Ne de çabuk geçmişti zaman...Selahattin'le eşyalarımızı topladık ve otel sahibiyle vedalaştık. Nasıl döneceğimiz konusunda Arman bize yardımcı olacaktı fakat, yeni tur müşterilerini karşılamaya gitmişti. Bir an gözlerim doldu...Merkeze kadar yürüdük. Bir minübüse bindik. Şoföre 100 tl uzattım, iki kişi dedim. Şoför aynadan bana tuhaf tuhaf baktı ve paraüstü olarak 7 tl verdi. Selahattin'e göz kırptım.

  4 gün son nihayet bambaşka insanlar olarak evdeydik. Girer girmez telefon çaldı. Arayan Kemal Kılıçdaroğluymuş. Aydınlandığımı duymuş olacak ki geç şu partinin başına otur diye tutturdu. Dedim olur mu, sanatçıyım ben. Cevabını beklemeden hemen kabul ettim tabii.
Merak etmeyin, yazıcam yazıcam.

not: yekteran bir yiğit özgür karakteridir.

2 yorum: