Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Ekim 2014 Çarşamba

PERSONA

Persona sözcüğü, tiyatro oyuncularının sahnede taktıkları maskeden gelir. Analitik psikolojide bu sözcüğü Jung kullanmıştır ve  insanın kendisi olmayan bir karakterle özdeşleşmesi ve yaşaması anlamını taşır. Kişi olması gerektiğini düşündüğü  kişiye dönüştüğünde  egonun şişmesiyle birlikte  büyük beklentilerle ve bunları karşılamakla çarpışır. Bu beklentilerin her biri potansiyel hayalkırıklıklarıdır. Özetle “persona”, toplumun onayını almak, beğenilmek, takdir görmek, sevilmek amacıyla insanın dış dünyaya karşı taktığı maske ya da takındığı kimliktir ve kişi personası tarafından er ya da geç yarı yolda bırakılacaktır. Bu söylediğim gerçektir. Bu söylediğimin gerçeklik olması ise sadece şans olarak adlandırılabilir, ki bu da demektir tanrı  vardır.  Jung, toplum içinde onay gören, başarılı, eylem ve düşünceleriyle önemsenen bir çok kişiyi klinik ortamda izlemiştir. Bu insanların tedaviye başladıktan sonra, o güne dek  gerçekte hiç ilgi duymadıkları şeylerle ilgilendiklerini ve tedavinin ilerleyen aşamalarında büyük bir anlamsızlık ve boşluk hissiyle yüzleştiklerini gözlemlemiştir. Tedavinin bu açıdan bakıldığında bir amacı da, personayı yok etmek ve insanın gerçekte varolan gelişmemiş yönlerinin ortaya çıkmasına yardımcı olmak, insanın kendi özbenliğine yakınlaşmasını sağlamaktır. Tedavi bir anlamda nasıl doğmuşluğuna yakınlaşmak, kendi gibiliğinle barışmak ve olduğun gibiliği benimsemektir. Kanımca Jung’un vurgulamak istediği ve üzerinde çalıştığı dinamik, bilinçdışının bilinçaltı tarafından baskılanmasını ortadan kaldırmak ve kişiyi bilinçaltı gibiliğine olduğunca yakınlaştırmaktır. Çünkü sahip olduğumuz ve yaşadığımız yegane  hayat,  istediğimizi sandığımız biçimde yaşadığımız değil, ne şekilde olursa olsuniçinde olduğumuz hayattır.(alıntıdan yorumlanmıştır.)

/Ötekini hala hayretle izliyor olmam, oldukça düşündürüyor beni... /
Erdemli olmanın  insan ruhunda yarattığı ferahlığın yanında açtığı büyük  yara: kendini tanrılaştırmak. Hafif  megalomani kokan bu tanımlamaya hemen balıklama dalmayın. Tam bir megalomani değil çünkü bu. Hatta hafif megalomanca tınlamasından  çok,  bir delinin ne kadar deli olduğuna karar vermesi gibi takdir edilesi ve sıradışı bir durum aslında. Erdem, insana kendini küçültürken büyük hissetiren bir şey çünkü. Bu noktada tam bir doğru tam bir yanlıştan söz etmek imkansızdır ya,  sonuç olarak başkalarına yönelmiş iyilik üzerinden iyi hissetmekte biter bu erdemli olmak mevzuu. Bakın ne büyük bir yanılgı, çünkü, bunun aksini yapan, yani başkalarına yönelmiş kötülükten kötü hisseden de iyidir. Kötü,  kötülükten iyi hissedene verilen ad’dır. Bu denklemi yüzyıllar içinde ne kadar eğip bükmüşlüğümüzü düşünecek olursak, yani bu gün doğru dediğimiz şey için 10 sene sonra adam asacaksak;  ki tarih bunun örnekleriyle doludur, erdemli olmanın ve erdemli olmaya çalışmanın arasındaki fark, yaşadığımız tantananın bir açıklaması olabilir. Hani büyük bir şizofreninin içine hapsedilmiş şizofren olmayan insanlar olarak  yaşıyoruz ya, hani birinden bir gün hoşlanırken ertesi gün o insanın kellesini alabiliyoruz, yani diyorum kafamız sürekli kimi sevip kimi sevmeyeceğimiz konusunda karışık ya hani, bu gel-gitten, bu dengesizlikten bitap düşüyoruz  zaman zaman, bir gün hayat sebepsiz yere berbat, bir gün aynı sebepsizliklerin süregelmesinden yaşanılası hale geliyor hani, hah onu diyorum işte; iyi insan olmaya çalışmak iyi insan olmak demek değildir. Din, dil, ırk, ahlak, coğrafya, gen farkı olmadan ortak bir “İyi” yi nasıl tanımlarız peki? Daha önce bu denklemi defalarca yazmış idim: Köpeği tekmelememek. Düşündüm ki, eksik bırakılmış bu tanım. Bu, erdemli olmak gayreti gibi, takdir görmek, sevilmek için yarattığımız persona gibi geliyor bana şimdi. O yüzden denklemi yeniden yazmaya karar verdim:
Köpeği tekmelemeyen < Köpeği besleyen < Köpeği seven = Ortak iyilik

Sanırım bu denklem  eksik bırakıldığı için köpek besleyen ancak aynı zamanda  çocuğunu döven insan hakkında kafamız karışıyor. Sezgilerimiz köpeği beslediği için o kişiyi sevmemiz, çocuğunu dövdüğü için aksini hissetmemiz gerektiğini söylüyor. O yüzden Poirot’nun  şu cümlesine takığımdır: Bu dünya kötü şeyler yapan iyi insanlardan geçilmiyor mon ami...
Şimdi bu eksiği tamamlamak ve  yukardaki 3 profile 2 profil daha eklemek  istiyorum.
4- Köpeği tekmelemeyi  aklından geçirmeyen.
5- Köpekten tamamen habersiz olan.
Bu durumda,  dördüncü“ büyüktür” köpeği sevenden, beşinci “büyüktür” köpeği tekmelemeyi aklından geçirmeyenden.

Sürekli  ilk üçüyle uğraştığımız ve bu bize daha kolay, daha tüketilebilir geldiği  için hayat bu kadar gürültülü ve karmaşık sanırım. Oysa huzur ve mutluluk adına asıl görülmesi gereken kimlikler  4 ve 5 tir. Çünkü  4, ilk 3 ün personasıdır. İlk üç erdemli olmak için çaba harcayanlardır. Oysa  4 erdemlidir,  ona yüklediğimiz tanım içselleşmiştir. Çünkü sorumluluk, doğmuş olmanın bize kondurduğu bir angaryadır ve bunu “fedakarlık” etiketini  yapıştırmadan  taşımak gerçekten erdemdir. Bu duyguyu “görmek” gibi refleks hale getirebilen “iyi”dir. Diğerleri iyinin personalarıdır. Persona’nın yerleşmediği iki tür insan vardır, bebekler ve deliler. Ve sanırım çamurun içinde potansiyel bir  inciyi birbirini teperek  aramak yerine, ( sen buna tanrı da diyebilirsin, para da) bu kan ter içindeki nafile eylemi durdurmak yapılacak en aklı başında harekettir. Asıl  iyiliği o “durmak”ta  aramak lazımdır. 4 ve 5 profilindeki insanlar çamurun kıyısında oturmuş olanlardır, kımıldamaktan pek hoşlandıkları söylenemez. Kimisi çamura, kimisi çamurun içindeki size bakar. Bunlardan birine deli, diğerine deha dersiniz...Ve inanmazsınız  deli, dehanın personasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder