29 Ekim 2014 Çarşamba

Kardeşim ölmüş müydü cidden ya?

Hep derim; bir şeyi düşünmek  gerçekleşmesinden daha korkunçtur. Ve yine derim ki; “o an” geldiğinde, bünye, o ana kadar  hiç tanımadığı bir şeyle çarpışır. O yüzden endişe ve korku yersizdir. Oğlana gittim bugün. Kendilerini savrulmamak için ilahi kazığa oturtanlardan olsam derdim ki: bekler! O yüzden o yüzle gitmedim…Yaşamayı iş edindiğim ve yüklerimden kurtulmak istediğimden de gitmedim. Beklemediğini bildiğimden gittim. Orası hiçliğin tdk’da olmayan karşılığı, tam da bunun için gittim. Uzaktan bakıyorum zaman zaman, bir kayığa benziyorum ben. Ondan gittim. Uyumam gereken zamanlarda uzun makaleler yazıyorum, yazmam gereken zamanlarda uyumam gerekliliğini düşünüyorum. Bir ağaca sarılıp iyi hissediyor, bir yandan da kelle alıyorum. Ne olursa olsun, ne olacaksa olsun sadece öncesinde bir sıkıntı kaplıyor yüreğimi…Sonrasını düşününce rahatlıyorum. Bira götürdüm çocuğa bu yüzden, anam'a teşekkür ettim onu doğurduğu için…Gidiyordum ki, lafımı geri aldım. Anam'a teşekkür ettim beni doğurduğu için. Ayağımın dibinde mırlayan bir kedi var, herifin yarısı yok! Yani gerçek anlamda yarısı yok: sağından bakılırsa bütün olan bu kedinin soldan bakıldığında yarısı yok. Bu çocuk kör İsmail'in ensesine yapışma derdinde…Yani ben, kediye bakıp tamlığımdan utanıyorum.Neyse ki kamyon tarafından çiğnenmişliğim ve bir el bombası yutmuşluğum var;  kızarmıyorum. Viski içiyorum sedatifle, üstüne semizotu yiyorum, pirinçsiz. Bilsem gece ne çok utanıcam, semizotuna pirinç atardım. İşte böyle akıp gidiyor zaman, akşam oluyor. Çıkıyorum….Tansu ile tanışıyorum. Sigara ve alkol kullanmayan, kendi deyimi ile olgunluktan hoşlanan Tansu ile…Kaşlarımı soruyor bana, ben de kendim yoluyorum diyorum. Bıyıklarım çıktığından alıyorum onları da, öyle aklıma geliyor kaşlarım.Tansu’nun kaşlarına bakıyorum, eliyle acele kahküllerini düzeltiyor…Kahkülleri kıvırcık, hayatı gibi. Hergün geliyor oraya, sevilmekten geçmiş, sevmek umuduyla. Her düzüşme düzüşme değildir, bir çoğu içinde sevmek ve sevilmek umudunu barındırır. Bir ara dışarı çıkıyorum, Hüseyin abim benim, alıyor beni mahalle esnafı ile tanıştırıyor. Karşıda bir türkü bar, içeri giriyoruz, muhabbet kısa: diyemiyorum, abi fiil çekmeden konuş. Diyemediğimden, elime mikrofonu alıp bir uzun hava söylüyorum abime. Abim bana çay ısmarlıyor, uzun malbora ikram ediyor; tüttürüyorum. Bara geri dönüyorum, adını geçiştiren ve votka içen diyor ki, bütün yakışıklıları siz kapmışsınız. Diyorum ki onlar benim öğrencilerim.İnanmıyor, valla diyorum, hem ben streytim de diyorum, afallıyor. Biraz geri çekilip inceliyor. Eğilip kulağıma bir şeyler söylüyor, anlamıyorum. Sesini yükseltip tekrarlıyor: anam ben oral dönemde takıldım diye üzülüyordum, sen daha doğmamışsın! Sigmund’un ebesine sektirip gülüşüyoruz…Herkesi öpüp koklayıp çıkıyorum. Başka yerde hayatlar başka yaşanıyordan yola çıkarak…Kalabalığa karışıyorum… Renkli kıyafetleri, marjinal görüntülerinin yanında taşıdıkları göz kaçırmaları, doldurma şanel kokularıyla beni yutuyor insanlar. Patronu soruyorum, patron geliyor. Abi bıçkın, delikanlı, alemin kralı, yamuk muyum diye beni gözlüyor. Korkmayı yıllar önce düşürdüğümü bilmiyor tabii…Abi tekin değil, ancak beni tekin buluyor. Abi çay bulamadığından bana bir şey ikram etmek istiyor; diyorum sağlığın, sağol, beladan uzak dur yeter. Abi hapisten yeni çıkmış, bana sarılıyor, sen sağol diyor. Sağoluyorum…Biri gelip içkisini emanet ediyor, diyorum olur, rahatlıyor ve dans etmeye, kendini sergilemeye devam ediyor. Herkes av. Herkes avcı kılığında ama herkes av. Geziniyorum, bakıyorlar…Bakmıyorum ben, sadece görüyorum. Güzel poposu var, dans ediyor. Kayboluyorum bir ara, çıkıyorum.Anladım, gidiyoruz. Kapının önünde güzel popolu telefonla konuşuyor. Orospu çocuğunun biri kız olarak anılmak isteyeni kandırıyor, eğleniyor. Adı Selda. Diyor ki, düzülmek için böyle oldum ve şimdi  yaşamak için düzüyorum. Diyorum ki ölüm ne lan...Orda bir aydınlık gözümü alıyor, dönüyorum tanrının hatasını ödeyenlerden biri, güzel mi güzel…Adını soruyorum, utanıyor…Onu rahatlatmak için verdiğim cevaptan ise ben utanıyorum: söyle, ben iyi bir insanım! Hassiktir, her yerde varolacak bir karınboşluğu buluyoruz, içimden kendime sektiriyorum.Ece, diyor…Güzelsin ece diyorum, hetero sevgilisi geliyor, kolundan tutuyor ve dönüp dikleniyor. Diyorum sakin, sorun yok. Gidiyorlar. Arkalarından bakıyorum, anlamam için  ekmek kırıntıları bırakmışlar mı diye. Badigard güzel popoluyu uyarıyor, burda çok durma diye. Niye diyorum, arabalar duruyor, polis müdahale ediyor diyor. Kızın önünü kapatıyorum, o anlatmaya devam ediyor.Yanımdan iki Haydi Klum geçiyor. Birinin kıyafeti ilgimi çekiyor, durun diyorum. Tanrının ihmal ettiği çocuklar duruyor. Nereye diyorum, acıkmışlar. Diyorum, tamam beraber yiyelim; gidiyoruz. Kollarına giriyorum, hoşlar ve samimiler. Soruyorum, bu kıyafeti nerden aldın, yanıtlıyor: ben yaptım. Bana sorsanız Aleksandır Makkuin tasarlamış derdim, demiyorum. Beyaz XL bir erkek gömleğinin altına siyah dantel bir külot giymiş. Bacakları muntazam…Yüksek ökçeli platform ayakkabılar var ayağında, muhtemel suni deri. Gömleğin sırtında bir pencere açmış, oraya yine suni deriden siyah şeritler atmış. Belinde aynı deriden kocaman bir kemer. Boynunda saten siyah bir kurdele. Sağ eline dantel bir eldiven takmış. Sanki en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü almaya gidiyor. Ki bana kalsa verirdim. Diğeri kısa saçlı, saçlarını uzatmaya çalışıyor, platin olacakmış ancak oksijen sarısına ancak ulaşabilmişler. Dedim üzülme, Madonna da uğraşıyor bunun için, biraz sabır. Fiziği çok düzgün, model olsa Wesvuud'u iyi taşır. Kollarına giriyorum , çorbacıya yürüyoruz. Arkadan güzel popolu Selda da geliyor, dayanamamış, bize eşlik ediyor.Samimiyet karşısında nasıl davranacaklarını unutmuşlar. Utangaçlar ve tedirginler. Çorbacıya almazlar bizi bu saatte diyor biri. Bana bırakın diyorum. Nitekim garip bakışlar altında çorbacının en ücra köşesine siktir ediliyoruz. Kızlardan birinin çişi geliyor, beni sen götür diyor, götürüyorum. Çişini yapmıyor, makyajı akmış mı ona bakıyor, çıkıyoruz. Şef’e eğiliyorum, sorun çıkarmayın misafirlerim diyorum, gönülsüz eyvallah çekiyor. Mercimek çorbası istiyorlar. Allahın öküzlerine kokmamak için…Soruyorum, seks zor gelmiyor mu, Makkuin kostümlü cevap veriyor: ben daha yeniyim, hiç yapmadım. Diğeri cevaplıyor, alışıyorsun. Dokuz -beş iş gibi düşün, yüzlerini hatırlamıyorsun çoğunlukla. Diyorum vay anasını, biz sevgilimizle beceremiyoruz bunu. Muhabbet ediyoruz. Havadan, sudan, hayattan…İşe dönmeleri gerekiyor, kibarca izin istiyorlar. Güzel popolu  bir lokma bile yemediği halde "helal et!" diyor, diyorum; helal olsun, zevktir. Rujlarını tazeliyorlar ilk iş…Sarılıp, öpüşüyoruz. Başları yerde çıkıyorlar. Komi arkalarından sırıtıyor, ayıplıyorum. Eve geliyorum ve düşünüyorum. Şu an nerede ne yapıyorlar…Tanrının becer ettiğini düşündüğümüz bir toplum tarafından yine aynı tanrının beceriksizliği yüzünden cezalandırılan bu insanlar, iyi insanlar, iyiliği hak eden insanlar, iyiliği unutmuş insanlar şu an nerede ne yapıyorlar. Sonra yorgun düşmüş  bunu yazıyorum: iyi ki doğdun kardeşim, ama biz iyi ki yaşıyor muyuz, bilmiyorum!
Hep derim; bir şeyi düşünmek  gerçekleşmesinden daha korkunçtur. Ve yine derim ki; “o an” geldiğinde, bünye, o ana kadar  hiç tanımadığı bir şeyle çarpışır. O yüzden endişe ve korku yersizdir. Oğlana gittim bugün. Kendilerini savrulmamak için ilahi kazığa oturtanlardan olsam derdim ki: bekler! O yüzden o yüzle gitmedim…Yaşamayı iş edindiğim ve yüklerimden kurtulmak istediğimden de gitmedim. Beklemediğini bildiğimden gittim. Orası hiçliğin tdk’da olmayan karşılığı, tam da bunun için gittim. Uzaktan bakıyorum zaman zaman, bir kayığa benziyorum ben. Ondan gittim. Uyumam gereken zamanlarda uzun makaleler yazıyorum, yazmam gereken zamanlarda uyumam gerekliliğini düşünüyorum. Bir ağaca sarılıp iyi hissediyor, bir yandan da kelle alıyorum. Ne olursa olsun, ne olacaksa olsun sadece öncesinde bir sıkıntı kaplıyor yüreğimi…Sonrasını düşününce rahatlıyorum. Bira götürdüm çocuğa bu yüzden, anam'a teşekkür ettim onu doğurduğu için…Gidiyordum ki, lafımı geri aldım. Anam'a teşekkür ettim beni doğurduğu için. Ayağımın dibinde mırlayan bir kedi var, herifin yarısı yok! Yani gerçek anlamda yarısı yok: sağından bakılırsa bütün olan bu kedinin soldan bakıldığında yarısı yok. Bu çocuk kör İsmail'in ensesine yapışma derdinde…Yani ben, kediye bakıp tamlığımdan utanıyorum.Neyse ki kamyon tarafından çiğnenmişliğim ve bir el bombası yutmuşluğum var;  kızarmıyorum. Viski içiyorum sedatifle, üstüne semizotu yiyorum, pirinçsiz. Bilsem gece ne çok utanıcam, semizotuna pirinç atardım. İşte böyle akıp gidiyor zaman, akşam oluyor. Çıkıyorum….Tansu ile tanışıyorum. Sigara ve alkol kullanmayan, kendi deyimi ile olgunluktan hoşlanan Tansu ile…Kaşlarımı soruyor bana, ben de kendim yoluyorum diyorum. Bıyıklarım çıktığından alıyorum onları da, öyle aklıma geliyor kaşlarım.Tansu’nun kaşlarına bakıyorum, eliyle acele kahküllerini düzeltiyor…Kahkülleri kıvırcık, hayatı gibi. Hergün geliyor oraya, sevilmekten geçmiş, sevmek umuduyla. Her düzüşme düzüşme değildir, bir çoğu içinde sevmek ve sevilmek umudunu barındırır. Bir ara dışarı çıkıyorum, Hüseyin abim benim, alıyor beni mahalle esnafı ile tanıştırıyor. Karşıda bir türkü bar, içeri giriyoruz, muhabbet kısa: diyemiyorum, abi fiil çekmeden konuş. Diyemediğimden, elime mikrofonu alıp bir uzun hava söylüyorum abime. Abim bana çay ısmarlıyor, uzun malbora ikram ediyor; tüttürüyorum. Bara geri dönüyorum, adını geçiştiren ve votka içen diyor ki, bütün yakışıklıları siz kapmışsınız. Diyorum ki onlar benim öğrencilerim.İnanmıyor, valla diyorum, hem ben streytim de diyorum, afallıyor. Biraz geri çekilip inceliyor. Eğilip kulağıma bir şeyler söylüyor, anlamıyorum. Sesini yükseltip tekrarlıyor: anam ben oral dönemde takıldım diye üzülüyordum, sen daha doğmamışsın! Sigmund’un ebesine sektirip gülüşüyoruz…Herkesi öpüp koklayıp çıkıyorum. Başka yerde hayatlar başka yaşanıyordan yola çıkarak…Kalabalığa karışıyorum… Renkli kıyafetleri, marjinal görüntülerinin yanında taşıdıkları göz kaçırmaları, doldurma şanel kokularıyla beni yutuyor insanlar. Patronu soruyorum, patron geliyor. Abi bıçkın, delikanlı, alemin kralı, yamuk muyum diye beni gözlüyor. Korkmayı yıllar önce düşürdüğümü bilmiyor tabii…Abi tekin değil, ancak beni tekin buluyor. Abi çay bulamadığından bana bir şey ikram etmek istiyor; diyorum sağlığın, sağol, beladan uzak dur yeter. Abi hapisten yeni çıkmış, bana sarılıyor, sen sağol diyor. Sağoluyorum…Biri gelip içkisini emanet ediyor, diyorum olur, rahatlıyor ve dans etmeye, kendini sergilemeye devam ediyor. Herkes av. Herkes avcı kılığında ama herkes av. Geziniyorum, bakıyorlar…Bakmıyorum ben, sadece görüyorum. Güzel poposu var, dans ediyor. Kayboluyorum bir ara, çıkıyorum.Anladım, gidiyoruz. Kapının önünde güzel popolu telefonla konuşuyor. Orospu çocuğunun biri kız olarak anılmak isteyeni kandırıyor, eğleniyor. Adı Selda. Diyor ki, düzülmek için böyle oldum ve şimdi  yaşamak için düzüyorum. Diyorum ki ölüm ne lan...Orda bir aydınlık gözümü alıyor, dönüyorum tanrının hatasını ödeyenlerden biri, güzel mi güzel…Adını soruyorum, utanıyor…Onu rahatlatmak için verdiğim cevaptan ise ben utanıyorum: söyle, ben iyi bir insanım! Hassiktir, her yerde varolacak bir karınboşluğu buluyoruz, içimden kendime sektiriyorum.Ece, diyor…Güzelsin ece diyorum, hetero sevgilisi geliyor, kolundan tutuyor ve dönüp dikleniyor. Diyorum sakin, sorun yok. Gidiyorlar. Arkalarından bakıyorum, anlamam için  ekmek kırıntıları bırakmışlar mı diye. Badigard güzel popoluyu uyarıyor, burda çok durma diye. Niye diyorum, arabalar duruyor, polis müdahale ediyor diyor. Kızın önünü kapatıyorum, o anlatmaya devam ediyor.Yanımdan iki Haydi Klum geçiyor. Birinin kıyafeti ilgimi çekiyor, durun diyorum. Tanrının ihmal ettiği çocuklar duruyor. Nereye diyorum, acıkmışlar. Diyorum, tamam beraber yiyelim; gidiyoruz. Kollarına giriyorum, hoşlar ve samimiler. Soruyorum, bu kıyafeti nerden aldın, yanıtlıyor: ben yaptım. Bana sorsanız Aleksandır Makkuin tasarlamış derdim, demiyorum. Beyaz XL bir erkek gömleğinin altına siyah dantel bir külot giymiş. Bacakları muntazam…Yüksek ökçeli platform ayakkabılar var ayağında, muhtemel suni deri. Gömleğin sırtında bir pencere açmış, oraya yine suni deriden siyah şeritler atmış. Belinde aynı deriden kocaman bir kemer. Boynunda saten siyah bir kurdele. Sağ eline dantel bir eldiven takmış. Sanki en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü almaya gidiyor. Ki bana kalsa verirdim. Diğeri kısa saçlı, saçlarını uzatmaya çalışıyor, platin olacakmış ancak oksijen sarısına ancak ulaşabilmişler. Dedim üzülme, Madonna da uğraşıyor bunun için, biraz sabır. Fiziği çok düzgün, model olsa Wesvuud'u iyi taşır. Kollarına giriyorum , çorbacıya yürüyoruz. Arkadan güzel popolu Selda da geliyor, dayanamamış, bize eşlik ediyor.Samimiyet karşısında nasıl davranacaklarını unutmuşlar. Utangaçlar ve tedirginler. Çorbacıya almazlar bizi bu saatte diyor biri. Bana bırakın diyorum. Nitekim garip bakışlar altında çorbacının en ücra köşesine siktir ediliyoruz. Kızlardan birinin çişi geliyor, beni sen götür diyor, götürüyorum. Çişini yapmıyor, makyajı akmış mı ona bakıyor, çıkıyoruz. Şef’e eğiliyorum, sorun çıkarmayın misafirlerim diyorum, gönülsüz eyvallah çekiyor. Mercimek çorbası istiyorlar. Allahın öküzlerine kokmamak için…Soruyorum, seks zor gelmiyor mu, Makkuin kostümlü cevap veriyor: ben daha yeniyim, hiç yapmadım. Diğeri cevaplıyor, alışıyorsun. Dokuz -beş iş gibi düşün, yüzlerini hatırlamıyorsun çoğunlukla. Diyorum vay anasını, biz sevgilimizle beceremiyoruz bunu. Muhabbet ediyoruz. Havadan, sudan, hayattan…İşe dönmeleri gerekiyor, kibarca izin istiyorlar. Güzel popolu  bir lokma bile yemediği halde "helal et!" diyor, diyorum; helal olsun, zevktir. Rujlarını tazeliyorlar ilk iş…Sarılıp, öpüşüyoruz. Başları yerde çıkıyorlar. Komi arkalarından sırıtıyor, ayıplıyorum. Eve geliyorum ve düşünüyorum. Şu an nerede ne yapıyorlar…Tanrının becer ettiğini düşündüğümüz bir toplum tarafından yine aynı tanrının beceriksizliği yüzünden cezalandırılan bu insanlar, iyi insanlar, iyiliği hak eden insanlar, iyiliği unutmuş insanlar şu an nerede ne yapıyorlar. Sonra yorgun düşmüş  bunu yazıyorum: iyi ki doğdun kardeşim, ama biz iyi ki yaşıyor muyuz, bilmiyorum!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder