Bu sabah Hürriyet gazetesinde bir haber vardı: “Sibel Kekilli’nin
G.o.T’da rol almasına dizi ekibi ne diyor” içeriğinde. Ne desin;
adamlar da “Türk” kavramına uyum sağlamışlar ki, ciddi ciddi cevap
vermişler. Kekilli, 9 sinema filminde, 6 dizide, 15 porno filmde rol
almış; Fatih Akın’ın “Duvara Karşı” filmiyle tanınmış, Altın Ayı ödülünü
kazanmıştır. Ardından pornografi
sektöründeki şöhreti manşetlere taşınmış, yine de “Türk kanı” taşıyor
olmasının verdiği “koşulsuz bağıra basılma ve gururlanma” ritüelinden
payını almıştır. Ben Kekilli’yi film’den sonra, daha çok “PETA”ya
verdiği destekten hatırlıyorum. Şimdi; bir aktris’in popüler bir dizide
herhangi bir rolü alması “türk” olması dışında ne gibi bir önem taşıyor
ki, bu, “haber” olarak gazetede yer alıyor? Gelişmemiş bir kafanın,
nasyonalist bir bakış açısı ve coşkun-taşkın duygularla, toprağına ait
her şeyi bağrına basmasını kanıksadık da, koca gazetenin muhabirlerinin
ve okur kitlesinin bu haberin altında o coşkun ve taşkın duyguyu
barındırmasını anlamamız hala zor. İkiyüzlülüğümüzün altı, böylece bir
kez daha çiziliyor. Biz porno yıldızlarını sevmeyiz, marjinallerden
hoşlanmayız, gayleri, travestileri, transseksüelleri horgören bir
yapımız vardır, ta ki Game of Thrones’da bir “Türk” olarak rol alana
dek. Kekilli, enteresandır, bu memlekette Duvara Karşı ile ünlenmedi;
kimse bu şöhret patlamasının ardından oturup da filmi seyretmedi, ancak
porno sitelerindeki Kekilli reyt’i kesinlikle arttı.Yani vıcık
vıcıklığımız ve bunun yanında aslanlar gibi duran milliyetçiliğimiz ve
muhafazakarlığımız bir kez daha tüm çıplaklığıyla ortaya döküldü. Bir
insanı, sadece yaptıkları ve toplumla kesişmesine izin verdiği
kadarlığıyla tanımak, kabul etmek veya dışarıda bırakmak yerine, öncesi,
sonrası, içi, dışı, ülkesi, dini inancı ile kucaklamak, kucaklarken
eteğinin altına bakmak ve aynı zamanda radikal ahlak çizgileri sınırları
içine almakla muhafazakar ve etik toplum anlayışımızı güçlendiriyoruz;
ne güzel! Bu yüzden “Türk” olan veya bu kanı taşıyan her şey
şekillendirilir, biçimlendirilir ve takdir edilir. Ancak bu arada
gerçeklik yitirilir: Kekilli’nin bir porno yıldızı ya da G.o.T’da bir
“Türk” olarak yer almasından ziyade, iyi bir oyuncu olması gibi.
Fazıl Say’ı Türkiye’nin sahiplenmesi de aynı mantık ve taşkın duygu
bağıyla oluşmuştur. Say, kariyerine bir “Türk” olarak ya da “”Türkiye’yi
temsil etmek için” başlamadı.İyi bir müzisyendi ve doğru yerlerde doğru
hamleleri yapabilecek cesarete ve güce sahipti, böylece her şey yolunda
gitti. Dünya Say’ı çoktan tanıyorken, biz Tarkan’ın Amerika’da albüm
çıkarmasını bekliyor idik. Fazıl Say, ne zaman ki Türk olduğunu
memleketteki hoşa gitmeyen sorunlar üzerinden dile getirdi, işte o zaman
onunla gururlanmaya başladık. Oysa biz millet olarak, sanatçıların,
sporcuların, biliminsanlarının özgür ve uluslararası kabul görürlükte
yetişmeleri, büyümeleri, kendilerini ifade etmeleri için hiçbir şey
yapmayan, bunları sonrasında telafi edip kendini dünya’ya tanıtan ve
kabul ettiren insanların üzerinden kendimize paye çıkaran bir toplumuz.
Bu noktada hiçbir şey vermediğimiz bu insanlardan sonrasında da çok şey
bekleriz. Türkiye’yi temsil etmelerini, “Türk” olmanın altını
çizmelerini, memlekette ayıp olan ne varsa üstünü örtüp, bizlerin aydın
ve modern yüzünü pazarlamalarını ve Türkiye adına koşulsuz, sorgusuz her
şeye destek atmalarını umarız. Bu, derin ve kabullenmedikçe asla
telafi edilemeyecek olan aşağılık kompleksimizden kaynaklanır. Bu türde
insanlar başka milletlerde de vardır ve toplumun gelişmişliğiyle doğru
orantılı olarak, öteki çoğunlukça hoş karşılanmazlar. Bu noktada Fazıl,
kendi düşüncelerini dile getirmekle, bu düşüncelere karşıtlık oluşturan
insanların porno yıldızı, diğerlerinin G.o.T’da rol alan kıymetli
oyuncusu olarak bu oyunda yer alacaktır.Çünkü, Kekilli, porno yıldızı
olarak Alman, Duvara Karşı filminde bir Türk’tür.
Ben, Fazıl
Say ile gururlanmam; Fazıl’ı ancak beğenebilir, takdir edebilir ya da
eleştirebilirim. Fazıl, benim için iyi bir müzisyendir. Zihnimde, onun
fikirlerini dile getirmesinin müzisyenliği ile örtüşmesi ya da
örtüşmemesi türünde kavramlar oluşmaz. Benim Fazıl’dan beklentim, Lars
von Trier’den beklentim kadardır. Kekilli’nin porno yıldızı ya da
popüler bir dizinin oyuncusu olarak tercih edilmesinin farksızlığının,
bir Türk ya da bir Slovak olmasının önemsizliği ile aynı kefede
olduğunun altını çizer, geçerim. Kekilli hayvansever biri ve iyi bir
sinema oyuncusu olarak zihnimde tanımlanır, kabul görür ya da görmez, o
kadar. Ancak Fazıl’ın “varlık savaşı”, yine aynı toplumun farklı
düşünen iki ucu arasında sündürülür durur ki, aslında her ikisi de aynı
kapıya çıkar: Fazıl onların bir parçası olamayacağına göre, Fazıl
tarafından onaylanmak ve onun bir parçası olmak durumuna!
Fazıl porno film çekerse, daha mı kötü Beethoven çalar? Ya da bir
“Türk” olarak porno filmi olmadığı için mi başarılı bir müzisyendir?
Mesele şudur: Duvara Karşı'daki performansı seyrederken zihniniz
"double penetration" görüntüleriyle kirlenir, G.o.T seyrederken "Duvara
Karşı" performansı beklersiniz ve tüm bunların dışında hayat ve
gerçeklik, kendi zaman ve düzlemi içinde şekillenmektedir; siz dışında
kalırsınız. Bu yüzden, yani sırf bu yüzden bile, milliyetçi bir bakış
açısı hastalıklı ve iflah olmazdır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder