UYKU:
bazen olur; ömür boyu en korktuğunuz şeyle çarpışırsınız! balinalar gibi karaya vurursunuz. adınızı unutur, neden hayatta tutulduğunuzu büyük bir tiksintiyle karşılarsınız.bir dakikanın altmış saniye olduğunu, bir saatin altmış dakika olduğunu hissetmeyi denesenize bir kez; intihar edersiniz…zaman öyle aynılıkta akar ki, en ölmek zamanında her saniye yaşadığınızı hissedersiniz…bu acıklı mıdır;hayır...hüzünlü mü; evet! bunu anlamaya çalışmak küstahlık, anlayış göstermek ise şuursuzluktur!sizinle konuştuğum , güldüğüm için her şey yoluna girmiştir bir şekilde…sizin için girmiştir bir kere...kimse benimle benim gibi 24 saat yaşamadığına göre susmak zamandır!….ama dediğim gibi acıklı değildir bu hikaye!o yüzden şerefe! sonra felsefe gelir…. kendi ipinizi ilahi bir direğe bağlamadı iseniz, muhakkak felsefe gelir….okur, tükürür; tükürür okursunuz! bu acının en tiksinilesi yanı aralıksız bir -mide bulantısı- yorgunluğudur: kendisini elin-kolunmuş haline dönüştüren ve içe kusulan bir mide bulantısı…bir de uyumak…daha da kötüsü uyanmak sonrasında..çünkü acı asla şekil değiştirmiyor, sadece mayalanıyor zamanla...ilgiden nefret edersiniz o süreçte…teselliden, yaşayan ve yaşamı gözünüze sokan her şeyden…dediğim gibi ölüm vurduğu kişinin yaşında , geride bıraktıklarının ise anında kalır…ve ölüm, yaşamdan ne anladığı şiddetiyle çarpar geride kalanın yüzüne!ah uyumak ve uyanmak olmasaydı, hayat daha kolay yaşanırdı. sonra delirebilirsiniz de: delirmenin insanın tercihine-kucağına düşeceği kadar incelebilir tutunduğunuz ip!geride kalanları ikinci kez geride bırakmamak için, aklıbaşında cümleler kurmak zorunda kalırsınız sürüklene sürüklene…hatta ve hatta altınıza işeyecek kadar şuurunuzu yitirseniz , bileklerinizi kesmek isteseniz bile kör bir kedi beslemektesinizdir; ölemezsiniz! inanmazsınız, hayvanlar ve ağaçlar kadar güzel insanlar var…doğanın toprağa fırlattığı bir tohum gibi tevazu içinde yeşeren ve gözlerini dönmedolaplardan toprağa çevirmiş insanlar…onlar mutluluğun tarifini vermezler ...doğumları, düğünleri kutlanmaz- ancak cenazeleri kalabalık olur! önceleri sadece konuşursunuz mars kadar uzaaak bir yerden…çorba falan içilir artık arada bir…banyoda uzun zaman yalnız bırakılmazsınız!bir avuç kimyasal, konuşmaktan eyleme yönlendirir sizi…mars’tan el sallamaya başlamışsınızdır yavaş yavaş!felsefe’yi rafa kaldırırsınız. ben pazar yerlerini gezdim çokça! kulağımda silikon tıkaçlarla saatler, günler, haftalarca gezdim…insanların sesini duymadığınızda mezarlığa ne çok benziyor kalabalık...ben mezarlıkları ve pazar yerlerini çok sevdim, tinerci çocuklardan korkulmayacağını öğrendim, delilerden öğrenilecek şeyler olduğunu görüp, korktum ve utandım…sonra çocuğunu kaybeden insanların kredi kartı borcu yüzünden hala acı çektiğini gördüm…hayatın ölümden daha acımasız olduğunu böylece anladım. sokaklarda dolaşmanın şiddetini azalttım, hayat gözüme daha az görünür hale gelebildi bir süre sonra. felsefenin şiddetini yeniden artırdım…sorumluluklarıma döndüm; döndürüldüm… daha uzun bir ölümün aşırılıkla kısalabileceğini anladım…saklayacak bir şeyim yoktu; hiç olmamıştı.lakin şimdi saklanmak istiyordum.her acı, her sorun, her sıkıntı kadarlığında giderir ya kendini; hiç saklamadığım yanlarımı saklanmak için ortaya döktüm…birileri bakakaldı…birileri uzaklaştı…birileri sarıldı…herkesin saklayacak çok şeyi vardı ve saklanmanın ne olduğunu bilmiyorlardı diye düşündüm…şimdi insanlara saklayacak bir şey yapmamalarını, saklayacak bir şey yapıyorlarsa bunu saklamamalarını ve saklanmaları gerektiğini anlatacaktım…anlatacaktım , kaçacaklardı, yakalayacaktım! işte yaşamak için ilk nedeni böyle keşfettim. yazılar yazdım, şiirler karaladım…dalga geçtim derinliğin sığlığıyla! kova ve tırmıklarınızla kumdan kaleler yaptım guam çukurunuzda! o bakakalanlar -saklayacak şeyler üzerine saklanmayı bir an bile düşünmemiş olanlar- acımakla üzülmek, anlamakla anlayış göstermenin farkına varamayanlar, iyi adamlıklarını onayladılar üzerimde…kaçanlar hesap sordu üstüne…kalanlar ise kova ve tırmıklarının hatrına en azından kıyıdaydı! tek bir anımı yaşamış olmak ağlamama tanık olmak demek ya; beni kurtarmaya kalkanlar oldu sırf bu an yüzünden. oysa en iyi yaptığım şey ağlamaktı ve ben bunu yapamıyordum! sonra rakı içtim, ovırdoz…kimyasal, ovırdoz….mide bulantım aralıklara yayıldı…bakakalanlar endişe etti…kaçanlar delirdi dedi…kalanlar kadeh kaldırdı…yazdım yazdıııım…an’ı o kadar çok an gibi yaşamıştım ki , an’ı düşünmeye bir an için bile vaktim ve halim yoktu… içtim, türkü söyledim, pavyona düşmek istedim ve yazılmış en güzel şiirlerden birini yazdım…bu; hızla yaşama tutunurken yavaş yavaş da ölmekti zaten…her şeyi içimdeki deftere not alıyordum, ölümümden sonra yazmak için…yaşıyordum; daha iyi bir intihar bilmiyordum çünkü! tüm yaşamım boyunca düşüncelerime, eylemlerime, yaptığım her işe , yani inandığım her şeye müdahale edildi. sanki ben onlardan biriymişim gibi…sanki ben onlar gibi olmak istiyormuşum gibi…sanki onlar aslında ben olmak istemiyormuş gibi…beni bende ben gibi gösteren tek şey düşüncelerimdi…o derin uyku zamanı dahil, katil doğan adam öldürmeye devam ediyordu. Ve ben, bir sabah, tanrınızın 40 sene üstüne kapanarak sakındığım cam küreye çaktığı bir volenin kırıklarını topluyordum. Gözlerimin rengi değişti, buna yemin edebilirim. Adam öldürmek fenaydı, ancak o cam kırıklarından bir dünya yaratmaya çalışırken ceylanların sırtlanlardan neden daha fazla ürediklerini anladım. Bu hayata dair gerçek bir uyanıştı benim için, artık adam öldürebilirdim.hep derim ya; hiçbir devrim kan dökülmeden yapılmamıştır. orda duranlar -devrim çığırtkanları- devrimi en çok erteleyenlerdir…yine derim ya, gariptir; devrimler yine o orda duran insanlar yüzünden yapılmıştır: birileri onların yerine asılsın ,onlar alkışlasın ve bir sonraki devrimi geciktirsin için!
artık odamda bir ayna gibiyim; bazen hangimiz ayna, hangimiz ben karıştırıyorum.yazılarım bu iki kişilikli tek yaşamın kanıtı: bu yüzden kırmak, dökmek ve gerekirse kan akıtmak zorundayım. Eğer karşımızdaki insanın içine 5 dakikalığına girebilse idik, her şey daha kolay ve daha korkunç olurdu. yazıyorum çünkü, kesiştiğim her yerde bu devrimi hayatta tutmak zorundayım; yazıyorum çünkü, benden öncekiler yazmamış olsa idi ölürdüm; yazıyorum çünkü, bu devrim ceylanların sadece sırtlanları doyurmak için yaşamadıklarının kanıtıdır; yazıyorum çünkü, denklem doğrudur, yalnızca problemi yanlış çözüyorsunuzdur. yazacağım çünkü, anlamadan çekip gitmek ayıp, anlatmaktan vazgeçmek ölmek olur. eğer, rahatsız oluyorsanız en az beş devrime daha ihtiyacınız vardır! alınıyorsanız saklayacak çok şeyiniz …! kızıyorsanız anlamaktan hiçbir bok anlamamış, ömrünü anlayış göstermenin sahte erdemi üzerine kurmuşsunuz demektir!öfkeleniyorsanız,bilnçaltındaki ciddiye alınmamışlığınızın bilnçüstündeki ciddiye alınma isterikliğinden infilak ediyorsunuzdur!ciddiye alıyorsanız, burdasınız demektir ve bir süre daha ölmeyin; yeni bir devrimin size ihtiyacı var!gülüyorsanız, harikasınız! gülümsüyorsanız gelişiyorsunuz demektir; iki kere harikasınız! paranoyaklaşıyorsanız hastasınız! tüm bunların yanında bir de bu düşündüklerinizi eyleme döküyorsanız gerçekten ilk devrime kadar ölmeye bakın;linç edilirsiniz.
şimdi buradayım...önümde an’ ları atlayacak saatlerim var...6 saattir aynamın karşısında aslında kimin kime baktığını bulmaya çalışıyorum.bahçemi suladım.. kıçımda bir gecelikle yaptım hem de bunları…annem rahatsız oldu!( bunu yazarken annemin öleceğini biliyordum, annem bunu bilmiyordu.)ancak hayatta kalmam gerektiğine göre, kıçımda gecelikle bahçe sulamanın acaip bir şey olmadığını, saklayacak bir şey olmadığını, tüm bunları yaparken tüm bu kötülüklerden sakınıp saklandığımı anlatmam gerek anneme!ömrümün sonuna kadar hem de…kıçımda geceliğimle kedilerimi, köpeklerimi de doyurdum... yine biraz mide bulantısı, ama biliyorum ki geçecek.
artık sinirlendiğimde, o an kıçımda geceliğimle bahçe sulayamıyorsam ve kan akıtamıyorsam, artık beni sakinleştiren kocaman bir cümlem var! benim kardeşim öldü yahu!
bazen olur; ömür boyu en korktuğunuz şeyle çarpışırsınız! balinalar gibi karaya vurursunuz. adınızı unutur, neden hayatta tutulduğunuzu büyük bir tiksintiyle karşılarsınız.bir dakikanın altmış saniye olduğunu, bir saatin altmış dakika olduğunu hissetmeyi denesenize bir kez; intihar edersiniz…zaman öyle aynılıkta akar ki, en ölmek zamanında her saniye yaşadığınızı hissedersiniz…bu acıklı mıdır;hayır...hüzünlü mü; evet! bunu anlamaya çalışmak küstahlık, anlayış göstermek ise şuursuzluktur!sizinle konuştuğum , güldüğüm için her şey yoluna girmiştir bir şekilde…sizin için girmiştir bir kere...kimse benimle benim gibi 24 saat yaşamadığına göre susmak zamandır!….ama dediğim gibi acıklı değildir bu hikaye!o yüzden şerefe! sonra felsefe gelir…. kendi ipinizi ilahi bir direğe bağlamadı iseniz, muhakkak felsefe gelir….okur, tükürür; tükürür okursunuz! bu acının en tiksinilesi yanı aralıksız bir -mide bulantısı- yorgunluğudur: kendisini elin-kolunmuş haline dönüştüren ve içe kusulan bir mide bulantısı…bir de uyumak…daha da kötüsü uyanmak sonrasında..çünkü acı asla şekil değiştirmiyor, sadece mayalanıyor zamanla...ilgiden nefret edersiniz o süreçte…teselliden, yaşayan ve yaşamı gözünüze sokan her şeyden…dediğim gibi ölüm vurduğu kişinin yaşında , geride bıraktıklarının ise anında kalır…ve ölüm, yaşamdan ne anladığı şiddetiyle çarpar geride kalanın yüzüne!ah uyumak ve uyanmak olmasaydı, hayat daha kolay yaşanırdı. sonra delirebilirsiniz de: delirmenin insanın tercihine-kucağına düşeceği kadar incelebilir tutunduğunuz ip!geride kalanları ikinci kez geride bırakmamak için, aklıbaşında cümleler kurmak zorunda kalırsınız sürüklene sürüklene…hatta ve hatta altınıza işeyecek kadar şuurunuzu yitirseniz , bileklerinizi kesmek isteseniz bile kör bir kedi beslemektesinizdir; ölemezsiniz! inanmazsınız, hayvanlar ve ağaçlar kadar güzel insanlar var…doğanın toprağa fırlattığı bir tohum gibi tevazu içinde yeşeren ve gözlerini dönmedolaplardan toprağa çevirmiş insanlar…onlar mutluluğun tarifini vermezler ...doğumları, düğünleri kutlanmaz- ancak cenazeleri kalabalık olur! önceleri sadece konuşursunuz mars kadar uzaaak bir yerden…çorba falan içilir artık arada bir…banyoda uzun zaman yalnız bırakılmazsınız!bir avuç kimyasal, konuşmaktan eyleme yönlendirir sizi…mars’tan el sallamaya başlamışsınızdır yavaş yavaş!felsefe’yi rafa kaldırırsınız. ben pazar yerlerini gezdim çokça! kulağımda silikon tıkaçlarla saatler, günler, haftalarca gezdim…insanların sesini duymadığınızda mezarlığa ne çok benziyor kalabalık...ben mezarlıkları ve pazar yerlerini çok sevdim, tinerci çocuklardan korkulmayacağını öğrendim, delilerden öğrenilecek şeyler olduğunu görüp, korktum ve utandım…sonra çocuğunu kaybeden insanların kredi kartı borcu yüzünden hala acı çektiğini gördüm…hayatın ölümden daha acımasız olduğunu böylece anladım. sokaklarda dolaşmanın şiddetini azalttım, hayat gözüme daha az görünür hale gelebildi bir süre sonra. felsefenin şiddetini yeniden artırdım…sorumluluklarıma döndüm; döndürüldüm… daha uzun bir ölümün aşırılıkla kısalabileceğini anladım…saklayacak bir şeyim yoktu; hiç olmamıştı.lakin şimdi saklanmak istiyordum.her acı, her sorun, her sıkıntı kadarlığında giderir ya kendini; hiç saklamadığım yanlarımı saklanmak için ortaya döktüm…birileri bakakaldı…birileri uzaklaştı…birileri sarıldı…herkesin saklayacak çok şeyi vardı ve saklanmanın ne olduğunu bilmiyorlardı diye düşündüm…şimdi insanlara saklayacak bir şey yapmamalarını, saklayacak bir şey yapıyorlarsa bunu saklamamalarını ve saklanmaları gerektiğini anlatacaktım…anlatacaktım , kaçacaklardı, yakalayacaktım! işte yaşamak için ilk nedeni böyle keşfettim. yazılar yazdım, şiirler karaladım…dalga geçtim derinliğin sığlığıyla! kova ve tırmıklarınızla kumdan kaleler yaptım guam çukurunuzda! o bakakalanlar -saklayacak şeyler üzerine saklanmayı bir an bile düşünmemiş olanlar- acımakla üzülmek, anlamakla anlayış göstermenin farkına varamayanlar, iyi adamlıklarını onayladılar üzerimde…kaçanlar hesap sordu üstüne…kalanlar ise kova ve tırmıklarının hatrına en azından kıyıdaydı! tek bir anımı yaşamış olmak ağlamama tanık olmak demek ya; beni kurtarmaya kalkanlar oldu sırf bu an yüzünden. oysa en iyi yaptığım şey ağlamaktı ve ben bunu yapamıyordum! sonra rakı içtim, ovırdoz…kimyasal, ovırdoz….mide bulantım aralıklara yayıldı…bakakalanlar endişe etti…kaçanlar delirdi dedi…kalanlar kadeh kaldırdı…yazdım yazdıııım…an’ı o kadar çok an gibi yaşamıştım ki , an’ı düşünmeye bir an için bile vaktim ve halim yoktu… içtim, türkü söyledim, pavyona düşmek istedim ve yazılmış en güzel şiirlerden birini yazdım…bu; hızla yaşama tutunurken yavaş yavaş da ölmekti zaten…her şeyi içimdeki deftere not alıyordum, ölümümden sonra yazmak için…yaşıyordum; daha iyi bir intihar bilmiyordum çünkü! tüm yaşamım boyunca düşüncelerime, eylemlerime, yaptığım her işe , yani inandığım her şeye müdahale edildi. sanki ben onlardan biriymişim gibi…sanki ben onlar gibi olmak istiyormuşum gibi…sanki onlar aslında ben olmak istemiyormuş gibi…beni bende ben gibi gösteren tek şey düşüncelerimdi…o derin uyku zamanı dahil, katil doğan adam öldürmeye devam ediyordu. Ve ben, bir sabah, tanrınızın 40 sene üstüne kapanarak sakındığım cam küreye çaktığı bir volenin kırıklarını topluyordum. Gözlerimin rengi değişti, buna yemin edebilirim. Adam öldürmek fenaydı, ancak o cam kırıklarından bir dünya yaratmaya çalışırken ceylanların sırtlanlardan neden daha fazla ürediklerini anladım. Bu hayata dair gerçek bir uyanıştı benim için, artık adam öldürebilirdim.hep derim ya; hiçbir devrim kan dökülmeden yapılmamıştır. orda duranlar -devrim çığırtkanları- devrimi en çok erteleyenlerdir…yine derim ya, gariptir; devrimler yine o orda duran insanlar yüzünden yapılmıştır: birileri onların yerine asılsın ,onlar alkışlasın ve bir sonraki devrimi geciktirsin için!
artık odamda bir ayna gibiyim; bazen hangimiz ayna, hangimiz ben karıştırıyorum.yazılarım bu iki kişilikli tek yaşamın kanıtı: bu yüzden kırmak, dökmek ve gerekirse kan akıtmak zorundayım. Eğer karşımızdaki insanın içine 5 dakikalığına girebilse idik, her şey daha kolay ve daha korkunç olurdu. yazıyorum çünkü, kesiştiğim her yerde bu devrimi hayatta tutmak zorundayım; yazıyorum çünkü, benden öncekiler yazmamış olsa idi ölürdüm; yazıyorum çünkü, bu devrim ceylanların sadece sırtlanları doyurmak için yaşamadıklarının kanıtıdır; yazıyorum çünkü, denklem doğrudur, yalnızca problemi yanlış çözüyorsunuzdur. yazacağım çünkü, anlamadan çekip gitmek ayıp, anlatmaktan vazgeçmek ölmek olur. eğer, rahatsız oluyorsanız en az beş devrime daha ihtiyacınız vardır! alınıyorsanız saklayacak çok şeyiniz …! kızıyorsanız anlamaktan hiçbir bok anlamamış, ömrünü anlayış göstermenin sahte erdemi üzerine kurmuşsunuz demektir!öfkeleniyorsanız,bilnçaltındaki ciddiye alınmamışlığınızın bilnçüstündeki ciddiye alınma isterikliğinden infilak ediyorsunuzdur!ciddiye alıyorsanız, burdasınız demektir ve bir süre daha ölmeyin; yeni bir devrimin size ihtiyacı var!gülüyorsanız, harikasınız! gülümsüyorsanız gelişiyorsunuz demektir; iki kere harikasınız! paranoyaklaşıyorsanız hastasınız! tüm bunların yanında bir de bu düşündüklerinizi eyleme döküyorsanız gerçekten ilk devrime kadar ölmeye bakın;linç edilirsiniz.
şimdi buradayım...önümde an’ ları atlayacak saatlerim var...6 saattir aynamın karşısında aslında kimin kime baktığını bulmaya çalışıyorum.bahçemi suladım.. kıçımda bir gecelikle yaptım hem de bunları…annem rahatsız oldu!( bunu yazarken annemin öleceğini biliyordum, annem bunu bilmiyordu.)ancak hayatta kalmam gerektiğine göre, kıçımda gecelikle bahçe sulamanın acaip bir şey olmadığını, saklayacak bir şey olmadığını, tüm bunları yaparken tüm bu kötülüklerden sakınıp saklandığımı anlatmam gerek anneme!ömrümün sonuna kadar hem de…kıçımda geceliğimle kedilerimi, köpeklerimi de doyurdum... yine biraz mide bulantısı, ama biliyorum ki geçecek.
artık sinirlendiğimde, o an kıçımda geceliğimle bahçe sulayamıyorsam ve kan akıtamıyorsam, artık beni sakinleştiren kocaman bir cümlem var! benim kardeşim öldü yahu!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder