29 Ekim 2014 Çarşamba

din-gil!

Tiksinti vericiliğimizi kabul etmek : sanırım dünyayı kurtarma söylemlerine bulaşmadan önce, insan bununla yoklamalı doldurduğu boşluğu. Her güzel, her doğru, her iyi GÖRÜNENİ  ezberlemek ve beğenmekle tanımladığımız, bunu taşıyan ve taşımayan insanlar diye ikiye ayırdığımız dünyamız…Yani Deniz Gezmiş’e üzülüyor isek sosyal adalet ve eşitliğe inanan adamlarız, Nazım Hikmet okuyor isek sanattan da anlayan doğru-dürüst insanlarız, hayvanhaklarını dile getiriyor isek merhametli insanlarız, Mahler dinliyor isek yüksek kültüre ait adamlarız. Westwood'u biliyor isek zevkli, tekrarlanmış da olsa yüksek perdeden cesur cümleler kuruyor isek  yürekli, Nietzsche'den söz ediyor isek derin, Sinop'a imza topluyor isek gelişmiş ve duyarlı  insanlarız…
   Bak; tiksinti vericiliğimiz tam da burda başlıyor…Bu yazdıklarım yukardakileri yapmayanlar için değildir, onları tarihe gömeli çok oldu…Bu yazdıklarım yukardakilere alkış tutup, kendilerini tarihe gömdüklerimizden farklı gösteren iki yüzlüler içindir…Onlar diğerlerinden daha alçaktır; dansözlükleriyle onları tarihe gömmemize izin vermeyip,  bu savaşı iyi niyete ve merhamete çelme takarak kazanmış olanlardır. Deniz Gezmiş’in kim olduğunu, gerçekte ne için öldürüldüğünü bilmeden müridi olmak; Nazım Hikmet’i sosyal paylaşım sitelerindeki alıntılarından tanıyıp en boktan 3 -5 şiiriyle rakı sofralarına malzeme etmek; evde bir hayvancık için yer açamayıp hayvanhakları için meydanları doldurmak; Mahler’i güllü ayrılık kliplerinde belleyip, adını kullanarak seçkinleşme aşağılıklığına girmek, Nietzsche’nin  kıçı kırık iki aforizmasıyla felsefe yapmaya kalkmak; 234 kez Antalya’nın 5 yıldızlı otellerine gidip, kıçını kaldırıp bir kez bile gitmediğin ve köylü bulduğun Sinop için imza toplamak…


  Bu fakir edebiyatından, haksızlıktan-hukuksuzluktan nemalanan, bu yalanların üzerine gecekondu bir  kişilik kuran, bir kez bile hakkın, hududun, aklın, yaşamın ne olduğunu kavramaya çalışmamış ezberi güçlü arkadaşım, öğrencim, meslektaşım, vatandaşım; şimdi demezler mi sana,  kendini kötü, zorba, adaletsiz diye açıktan ortaya koyan adamdan farkın ne senin? Daha iyi bir oyuncu olman mı? Daha doğru noktalama işaretleri kullanman mı? Her Şekspir yazdığında gugıl'a girip nasıl yazıldığına bakma uyanıklığını edinmiş olman mı? Tinercilerden, özürlü insanlardan, sokak hayvanlarından, travestilerden, homoseksüellerden, içe dönüklerden, asosyallerden, özetle senin gibi düşünmeyen senin gibi yaşamayan, senin gibi görünmeyen, senin gibi olmayan her şeyden tiksindiğin halde, iki şefkatli sözcük edinebildiğin için empati sözcüğünün altını fevkalade doldurma becerin mi?  Bu seni o beğenmediğin diğerlerinden daha aşağılık, daha beş para etmez, daha adaletsiz, daha güvenilmez, daha orospu çocuğu kılmaz mı? Bırak doğruyu, bir YANLIŞ’a bile tutunamamışsın daha sen…Asıl senden korkarım, asıl sana sırtımı dönmem  ben…
  Güzel şiirlerin, iyi müziğin, renklerin, dürüst insanların, devrimlerin, bilimin,  felsefenin gölgesinde göbek büyüten, üreyen, kan emen, doymayan, mızmızlanan sen;  yerine hep birileri konuşsun hep birileri asılsın diye bekleyen sen…Bunlar olduğunda da yakasına bir karanfil takarak paçayı kurtaran, aşkı bacakarasına, dostluğu sırdaşlığa, sevgiyi alış-verişe çeviren,  her ortamda başka bir kişiliğini ortaya koyan şizofren sen; bir ilke ,bir erdem edinemediğini göremeyecek kadar kirlenmiş olan, bitmek tükenmek bilmeyen o kocaaaa sen; biraz daha  otur gölgemde…Koridorlarda, kapı arkalarında sırtımı sıvazla…Arkamı ilk döndüğümde binbeşyüzüncü kez sırtımdan bıçakla...En derin sırlarını dök kucağıma…Acılarımı, sıkışıklıklarımı paylaşır görünüp bir yandan da ipimi yağla!  Bir şiirin, bir düşüncenin, bir iyiliğin, bir ilkenin, bir sevmenin peşinden gittiğini ve bunun kişiliğin olduğunu sanarak…Sorun değil; bunları sana söyledikten sonra,  bir fil daha besleyebilirim ben!!! Yalnız unutma; insanlar çiğnenir, katledilir, haksızlığa uğrar, mahkum edilir. Ve fakat  yenilgiler ve felaketlerden onları düştükleri o kuyudan çıkaran kavramlar daima ayakta kalır. Sanat gibi, bilim gibi, felsefe gibi, iyilik ve dürüstlük gibi. Sana da yaşarken olduğu gibi göçüp gittikten sonra da tarihte şöyle bir tanım kalır: Sçtığından daha fazlasını yemek arzusundan, açılmadan iade!

1 yorum:

  1. bir atın kokusuna ekledim kendimi. basit bir amacım vardı. bir kaç metre daha vatan toprağına yaklaşmak istemiştim. aslına bakarsan biraz yaklaşabilsem her yer vatan toprağı.

    atların yaşamında çayırlar önemlidir.

    neyin ısrarı bu anlamıyorum. madem bu kadar acil ve lazım ona göre yaşasaydım. madem kötü ve illet uzak tutsaydım. ben kim oluyorm ki varlığımdan yokluğuma doğru insana söz söylüyorum.

    atların frontal lobu yok mu?

    nası yok! olmaz olur mu amigdelası bile var?

    bir tren gelir, sen bir şekilde bu trene binersin. kışsa sıcak, yazsa gölgedir, huzur bulur uyursun bir kondüktör gelir bilet sorar uyanırsın.

    kondüktörlerin ailesi yok mu? var. olmaz olur mu. herkes ekmek parası için çırınır durur ama kimse ekmek parasına gerek olmadığına inanmaz. inanmak olmayınca atlar hayvan ikliminde kalır. oysa atlar işçidir. koşma işi yapan insana at denir.

    komünist olmak artık siyasi bir tercih değil. zira ikinci balkan harbi yıllarında yaşamıyoruz.

    ne osmanlı kaldı ne büyük britanya.... hepsi siki tuttu. hah ingilizce osmanlıcaya göre daha kolay hepsi bu, ama amerika o amı tuttu. işte allahın sopası.

    iktidar her yerde ve hiçbir yerde.

    marks ne demiş, ne bileyim ne demiş.


    plazma seviyesi deseymiş keşke zincirlerinizi kolay satmayın, ucuza gitmeyin deseymiş keşke...

    ama bilememiş.

    atlar koşu proleteryası. pek devlet işlerine angaje olmak istemiyor hocam. arpası varsa yesin içsin koşsun konu bu...

    ama sen devlet işlerini bil.

    bil ki beni bulasın.

    dost olup yarenlik edelim.

    edelim ki atlar üzülmesin. atlar ve çayırlar. sana afrika soracak halim yok. halime afrika bulasım var. işte benim de coğrafi keşfim bu.

    uzay ve şizoid dünyam. selametle kaptan.

    YanıtlaSil