28 Ekim 2014 Salı
Beklentiler ve Hayat- Kırıklıkları Üzerine
Doğumla başlayan boşluğu doldurmakla geçiyor bir ömür; bu açık. Yaşamak
mucizesini kafamız almadığından ölümden saklanarak, her şeyi bir sonraki
an’a erteleyerek geçiyor tüm zaman. O an bir ağırlıktan kurtulurken
bir sonraki an kendi ağırlığından gayrı öncekinin yükünü de taşımak
zorunda kalıyor. Ve kaçınılmaz son; soluklanmak için vazgeçmek. Oysa
hayat yan gelip yatmak değildir. Oysa doğum da ölüm de yalnız başlanan
ve nihayetlendirilen kavramlardır. Oysa zaman sandığımızdan daha
alçaktır. Araya sıkıştırılan, yayılmaktan, tadını çıkarmaktan,
hazmetmekten ırak, uzunmuş taklidi yapan ve ancak samimi bir derin nefes
alıp vermelik ömür, bu sebeple üzerimizden telif ödemeden acıklı
romanlar yazar durur. Bize de kendi hikayemizi başkalarından dinleyip
ağlamak kalır. Dostlar, eşler, sevgililer, çocuklar…Bir adım mutluluk
yürütüp, üç adım geriye savurup soluk soluğa bırakır adamı.. Sanırım
yaşamın kısaca tarifidir de bu. Hayal kırıklıklarından sırça bir köşktür
yaşam içine hapsolduğumuz. Oysa her kişi dışındadır başkalarının. Ve
her kişi yalnızdır yürüdüğü yolda. Bunu kabul etmek, bunu düşünmek
ölümle iletişim kurmaktır. Ölümle iletişim kurmak yaşamın ta kendisidir.
Bu korku yüzünden kalabalıklaşırız, bu yüzden çoğalırız. Kaçtığımız
kendimiz ve ruhumuzun ölümüne tanık olacak olmaktır. Burdan bakınca
böylesine akıl dışı olan bu şey tam da yaşamın menbaa, tam da bir
süveydadır. Beklentiler… Sonu gelmeyen ve her daim haklı olduğumuz,
bunun yanında hep haksızlığa uğradığımız, yenildiğimiz, kellemizin
alındığı savaşlar…Aynı beklentileri başkalarından esirgiyor olmamızın,
kıçımız rahat ettiği sürece kelle alabilirliğimizin, haklılığımızın,
nedenlerimizin ne kadar da doğruluğunun ilkgençlik dinamiğini asla ve
asla yitirmemesi…Eğer hayal kırıklıklarından yorgunsanız sebebi açıktır;
kendinize tahammül edemiyorsunuzdur. Yalnız kalmaya mecaliniz yoktur,
tek başınalık size değersiz hissettiriyordur. En önemlisi de kendinizi
tanımıyorsunuzdur.Tanımadığınız bu şeyi bir de büyük bir cüretle
önemsiyor ve kolluyorsunuzdur.Bilmiyorsunuzdur ki, o kolladığınız ve
yücelttiğiniz şeye aslında hiç gün yüzü göstermemişsinizdir.O değer
verdiğinizi sandığınız şey aslında yaşamıyordur. O üstüne titrediğinizi
sandığınız şey, gerçekte, tamamen içgüdüleriniz sayesinde iyi evlerde
yaşıyor, iyi otomobillere biniyor, ürüyor, para kazanıyor, seviyor ve
seviliyordur. Doğumdan sonra bir kenara itilmiş, kendi enerjisinden
uzaklaştırılıp bir amorf’a dönüştürülmüştür. Ve siz bu yüzden ne
yaparsanız yapın kendinizi güzel bulamıyorsunuzdur.Varlık yerine
güzellik diye suni bir kavram girmiştir hayatınıza ve onun aynada
erişilemez yansımasının peşinden boşuna koşuyorsunuzdur. Kediler
güzelse, biz kel yaratıklarız, ağaçlar güzel ise biz yeşeremeyen, çiçek
açamayan yaratıklarız, düşünsenize. Aynaya baktığında kendini çınar
olarak görmek isteyen birini tanıyor musunuz? İnsanın kendini tanıması
uzun ve meşakkatli bir yolculuktur. Ve fakat orda sizi en büyük en
sevgili dostunuz bekler. Kimsesiz, aynalara bakmadan yaşayabileceğiniz,
herkesin o sırça köşkünüzün dışında olduğunu bilerek, zaman zaman
başınızı uzattığınız, dilediğinizde kendinizi duvarladığınız bir kale
vardır bu yolun sonunda. Orada yalnızlıktan ziyade sükunet vardır ve
kendi sesinizi nihayet dinleyebilirsiniz. Güzellik diye bir kavram
yoktur çünkü yaşayan her şey eşit derecede güzeldir. Gürültü yoktur,
kavga yoktur, savaş yoktur, endişe yoktur, korku yoktur .Ve insan
kendini bilmiş ve tanımışsa, kendi köşkünde kendi tarafından hayal
kırıklığına uğratılması imkansızdır.Beklentiler hayatın bir parçası
olduğuna göre kendinizi kendinize emzirtin… Çünkü, bir mucizeyi boka
çevirmek ve buna da rıza göstermek alçaklıktır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder