Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Mayıs 2015 Cuma

yekteran baydemir 2

Meraba, yine ben.
Hatırladınız tabii, Yekteran...
Uzun zamandır turne turna geziyordum. O sebepten olacak ki, bir türlü kafamı toparlayıp yazamadım. Hayır, kafamı toparlasam kıçım bok yeme otur diyordu. Zaten biliyorsunuz ki, bir çok özelliğe sahip olan kafam kocamandır ve çabuk karışır. Ah bu Senegal yok mu...
Biliyorsunuz en son Cumhuriyet gazetesinde işe başlıyacaktım. Sonra bir düşündüm ki, - evet, şaşırtıcı ama hala düşünebiliyordum- bu insanları benden mahrum bırakmak, yani Tonguç olacaktı. Ben de hep birlikte sanatçı olmaya karar verdim ve uçağa atladığım gibi soluğu Portekiz'de aldım. Neden Portekiz diyeceğinizi tahmin ettiğimden pek tabii aynı gün geri döndüm. Hayat bir macera değil midir zaten. Ünlü fransız Bavyerası bestecisi Mahler, hemen hemen tüm eserlerini bu tema üzerine kurmuştur. Hemen hemen diyorum çünkü topu topu 2 bestesi vardır. O sebeple camiamızda Mahler'e kısaca hepitopu demeyi tercih ederiz. Mahler 1.79 boylarında, saçlarını karbonla boyayan açık tenli hoş bir çocuktu. Gençliğinde voleybolcu olmak istemiş ve koyu bir katolik olan babası ille de Ayfer olacaksın diye tutturmuş. Mahler de evden kaçıp besteci olmuş ve o gün saçlarını karbonla boyamaya and içmiş. Besteleri bunu anlatır. Pek tabii Selahattin her zamanki gibi haklıydı, benim de sanatçı olmak için evden kaçma zamanım gelmişti. Selahattin'i tanıyorsunuz, ama o yanındaki kim dediğinizi duyar gibiyim. Hatta resmen duyuyorum. Tanıştırayım, bu benim yeteneğim Cüneyt Batur. Kendisi genetiktir ve kalıcıdır. Ayrıca doğuştan sarışın ve buğday tenlidir. Şekerim yükseldiğinde yerini Cavit'e bırakır. Cavit, 1.03 boylarında, atletik yapılı, esmer bir çocuktur. Çengel burcu olduğundan pek anlaşamayız. Atatürk rozeti satarak geçimini sağlar. Bi rivayete göre aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun da kurucusudur. Demek o zamanlar adı Osmanmıştır. Neyse, bir sabah senfoniden aradılar, öyle başladı her şey. Dediler geç otur şu orkestranın başına. Dedim, olur mu, sanat ciddi bir iştir, memleket yönetmeye benzemez. Dediler, sende bu yetenek ve Cavit varken... Dedim ben orkestra çalmayı bilmiyorum; çat pat viola, çıt pıt da piyano...Israr ettiler. Baktım olacak gibi değil, peki dedim. 19 gün sonra büyük bir heyecanla uyandım. Tabii hemen frakımı giydim, iki yumurtalı omletimi yedim, Cüneyt'i ve yarım elmamı çantama atıp çıktım. Tam taksinin kapısını açıcam, bir de ne göreyim, hala evdeyim. Tabii hemen uyandım duruma , Cüneyt'i ve yarımelmamı çantama atıp çıktım. 6 günlük zorlu bir yolculuktan sonra işyerimdeydim. Dediler bu hafta Türk bir besteciyi icra edeceğiz. Cüneyt'e hayhay demesini söyledim. Bir de ne göreyim, Cüneyt yerine o heyecanla fritözü getirmişim. Fritöz, 34 cm boylarında, buğday tenli ve konuşkan olduğundan Cüneyt'le karıştırmam pek tabi ki normal. Hadi bunu karıştırdım, yanlışlıkla elmanın diğer yarısını getirmeme ne buyrulur...!
Durumu çaktırmamaya çalışıp, şekerimin düşmesi pahasına elmayı yememeye karar verdim. Her an rezil olabilirdim. Sanat ortamı acımasızdır, bir kez dile düştünüz mü ömrünüzün sonuna kadar halay çekmekle cezalandırılırsınız. Öyle yoruldum, uyuyim falan hakgetire. Hakgetire aynı zamanda benim kan şekerimin düşmesine verdiğim addır. Burdaki hakgetireyle isim benzerliği vardır lakin babaları ortaktır. Ah ilahi, kafanız karıştı di mi, işte yavaş yavaş sanatı solumaya başladığınızın göstergesi. Düşünün siz bu haldeyseniz sanatçılar ne haldedir. Hele eşleri, çocukları ve teflon tavaları; düşüncesi bile korkunç. Sanat insanın ruhunu besleyen en önemli vitamindir. Öyle ki almazsanız kan şekeriniz düşer ve bi süre sonra delirebilirsiniz. İşte bu aşamaya sanatçı olmak diyoruz. Sanatçı olmanın türlü zorlukları yanında, yuvarlak ve dolgun kalçaları vardır. Sanatçılar sabah erkenden işe başlarlar ve bir maden işçisinin 3 günlük enerjisini yarım saatte harcarlar. Genelde ılıman iklimlerle yaşar ve toplu hareket ederler. Senede iki kez göç eder, 3,5 kez atarlanırlar. Bunlardan 3 tanesini bir arada görürseniz kafanıza kuş sıçmış gibi hemen gidip bilet alınız. Çok imkansızdırlar, çünkü sanatçıdırlar. Eskiler derler ki, bir sanatçı 7 mercimeğe bedeldir. Düşündükçe ne kadar haklı olduklarını daha iyi anlıyorum. Neyse, sonunda beklenen an geldi ve ben iki muhafız eşliğinde podyuma çıktım. Meğer koro da varmış. Daha ilk ölçüde koronun solfej bilmediğini hemen anladım tabii. Dedim eseri ya korosuz yapcaz, ya da bunlar arada solfej öğrencek. Hemen tırstılar tabii. Aradan sonra orkestraya la verdiler, akordumuzu yaptık ve başladık eseri çalmaya. Bir de ne göreyim, ikinci keman grup şefi Filiz Akın. Tesadüfenin böylesi cidden her insana kısmet olmaz. Konserin solisti benden az alkış aldığı için biraz bozuldu tabii. Şimdi oturmuş çalışma odamda kritikleri okuyorum. Bir yandan düşünüp bunları yazarken, bir yandan da Filiz'e cilveli selanik bir süveter örüyorum. Filiz benim tüm sanatçılar gibi dostumdur ve koyu bir Mersinidmanyurdu taraftarıdır. Anlıycanız sanatçı olmak öyle kolay iş değildir. Bu sebeple koroyo 2 yıl tatil verdim. Dedim; gidin pamuk tarlalarında çalışın, solfejinizi güçlendirin. Koro 1.86 boylarında, yapılı, hoş bir çocuk. Tek kusuru la'yı sürekli tiz vermesi. E tabii koca piyanoyu baştan akort etmek gerekiyor ve ortalık cuma iken pazartesiye dönüyor. Yeri gelmişken, müzikte bu aşamaya allegro ma non troppo denir, bunu da belirtiyim. Pek çok sanatçı dostum vardır ve yarısı buğday tenlidir.
Pardon... Bakar mısınız... Kimse yok muuuu...Çıkmak istiyorum ben.
Not: Yekteran bir Yiğit Özgür karakteridir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder