Hep derim; bir şeyi düşünmek gerçekleşmesinden daha korkunçtur. Ve yine
derim ki; “o an” geldiğinde, bünye, o ana kadar hiç tanımadığı bir
şeyle çarpışır. O yüzden endişe ve korku yersizdir. Oğlana gittim bugün.
Kendilerini savrulmamak için ilahi kazığa oturtanlardan olsam derdim
ki: bekler! O yüzden o yüzle gitmedim…Yaşamayı iş edindiğim ve
yüklerimden kurtulmak istediğimden de gitmedim. Beklemediğini
bildiğimden gittim. Orası hiçliğin tdk’da olmayan karşılığı, tam da
bunun için gittim. Uzaktan bakıyorum zaman zaman, bir kayığa benziyorum
ben. Ondan gittim. Uyumam gereken zamanlarda uzun makaleler yazıyorum,
yazmam gereken zamanlarda uyumam gerekliliğini düşünüyorum. Bir ağaca
sarılıp iyi hissediyor, bir yandan da kelle alıyorum. Ne olursa olsun,
ne olacaksa olsun sadece öncesinde bir sıkıntı kaplıyor
yüreğimi…Sonrasını düşününce rahatlıyorum. Bira götürdüm çocuğa bu
yüzden, anam'a teşekkür ettim onu doğurduğu için…Gidiyordum ki, lafımı
geri aldım. Anam'a teşekkür ettim beni doğurduğu için. Ayağımın dibinde
mırlayan bir kedi var, herifin yarısı yok! Yani gerçek anlamda yarısı
yok: sağından bakılırsa bütün olan bu kedinin soldan bakıldığında yarısı
yok. Bu çocuk kör İsmail'in ensesine yapışma derdinde…Yani ben, kediye
bakıp tamlığımdan utanıyorum.Neyse ki kamyon tarafından çiğnenmişliğim
ve bir el bombası yutmuşluğum var; kızarmıyorum. Viski içiyorum
sedatifle, üstüne semizotu yiyorum, pirinçsiz. Bilsem gece ne çok
utanıcam, semizotuna pirinç atardım. İşte böyle akıp gidiyor zaman,
akşam oluyor. Çıkıyorum….Tansu ile tanışıyorum. Sigara ve alkol
kullanmayan, kendi deyimi ile olgunluktan hoşlanan Tansu ile…Kaşlarımı
soruyor bana, ben de kendim yoluyorum diyorum. Bıyıklarım çıktığından
alıyorum onları da, öyle aklıma geliyor kaşlarım.Tansu’nun kaşlarına
bakıyorum, eliyle acele kahküllerini düzeltiyor…Kahkülleri kıvırcık,
hayatı gibi. Hergün geliyor oraya, sevilmekten geçmiş, sevmek umuduyla.
Her düzüşme düzüşme değildir, bir çoğu içinde sevmek ve sevilmek umudunu
barındırır. Bir ara dışarı çıkıyorum, Hüseyin abim benim, alıyor beni
mahalle esnafı ile tanıştırıyor. Karşıda bir türkü bar, içeri giriyoruz,
muhabbet kısa: diyemiyorum, abi fiil çekmeden konuş. Diyemediğimden,
elime mikrofonu alıp bir uzun hava söylüyorum abime. Abim bana çay
ısmarlıyor, uzun malbora ikram ediyor; tüttürüyorum. Bara geri
dönüyorum, adını geçiştiren ve votka içen diyor ki, bütün yakışıklıları
siz kapmışsınız. Diyorum ki onlar benim öğrencilerim.İnanmıyor, valla
diyorum, hem ben streytim de diyorum, afallıyor. Biraz geri çekilip
inceliyor. Eğilip kulağıma bir şeyler söylüyor, anlamıyorum. Sesini
yükseltip tekrarlıyor: anam ben oral dönemde takıldım diye üzülüyordum,
sen daha doğmamışsın! Sigmund’un ebesine sektirip gülüşüyoruz…Herkesi
öpüp koklayıp çıkıyorum. Başka yerde hayatlar başka yaşanıyordan yola
çıkarak…Kalabalığa karışıyorum… Renkli kıyafetleri, marjinal
görüntülerinin yanında taşıdıkları göz kaçırmaları, doldurma şanel
kokularıyla beni yutuyor insanlar. Patronu soruyorum, patron geliyor.
Abi bıçkın, delikanlı, alemin kralı, yamuk muyum diye beni gözlüyor.
Korkmayı yıllar önce düşürdüğümü bilmiyor tabii…Abi tekin değil, ancak
beni tekin buluyor. Abi çay bulamadığından bana bir şey ikram etmek
istiyor; diyorum sağlığın, sağol, beladan uzak dur yeter. Abi hapisten
yeni çıkmış, bana sarılıyor, sen sağol diyor. Sağoluyorum…Biri gelip
içkisini emanet ediyor, diyorum olur, rahatlıyor ve dans etmeye, kendini
sergilemeye devam ediyor. Herkes av. Herkes avcı kılığında ama herkes
av. Geziniyorum, bakıyorlar…Bakmıyorum ben, sadece görüyorum. Güzel
poposu var, dans ediyor. Kayboluyorum bir ara, çıkıyorum.Anladım,
gidiyoruz. Kapının önünde güzel popolu telefonla konuşuyor. Orospu
çocuğunun biri kız olarak anılmak isteyeni kandırıyor, eğleniyor. Adı
Selda. Diyor ki, düzülmek için böyle oldum ve şimdi yaşamak için
düzüyorum. Diyorum ki ölüm ne lan...Orda bir aydınlık gözümü alıyor,
dönüyorum tanrının hatasını ödeyenlerden biri, güzel mi güzel…Adını
soruyorum, utanıyor…Onu rahatlatmak için verdiğim cevaptan ise ben
utanıyorum: söyle, ben iyi bir insanım! Hassiktir, her yerde varolacak
bir karınboşluğu buluyoruz, içimden kendime sektiriyorum.Ece,
diyor…Güzelsin ece diyorum, hetero sevgilisi geliyor, kolundan tutuyor
ve dönüp dikleniyor. Diyorum sakin, sorun yok. Gidiyorlar. Arkalarından
bakıyorum, anlamam için ekmek kırıntıları bırakmışlar mı diye. Badigard
güzel popoluyu uyarıyor, burda çok durma diye. Niye diyorum, arabalar
duruyor, polis müdahale ediyor diyor. Kızın önünü kapatıyorum, o
anlatmaya devam ediyor.Yanımdan iki Haydi Klum geçiyor. Birinin kıyafeti
ilgimi çekiyor, durun diyorum. Tanrının ihmal ettiği çocuklar duruyor.
Nereye diyorum, acıkmışlar. Diyorum, tamam beraber yiyelim; gidiyoruz.
Kollarına giriyorum, hoşlar ve samimiler. Soruyorum, bu kıyafeti nerden
aldın, yanıtlıyor: ben yaptım. Bana sorsanız Aleksandır Makkuin
tasarlamış derdim, demiyorum. Beyaz XL bir erkek gömleğinin altına siyah
dantel bir külot giymiş. Bacakları muntazam…Yüksek ökçeli platform
ayakkabılar var ayağında, muhtemel suni deri. Gömleğin sırtında bir
pencere açmış, oraya yine suni deriden siyah şeritler atmış. Belinde
aynı deriden kocaman bir kemer. Boynunda saten siyah bir kurdele. Sağ
eline dantel bir eldiven takmış. Sanki en iyi yardımcı kadın oyuncu
ödülünü almaya gidiyor. Ki bana kalsa verirdim. Diğeri kısa saçlı,
saçlarını uzatmaya çalışıyor, platin olacakmış ancak oksijen sarısına
ancak ulaşabilmişler. Dedim üzülme, Madonna da uğraşıyor bunun için,
biraz sabır. Fiziği çok düzgün, model olsa Wesvuud'u iyi taşır.
Kollarına giriyorum , çorbacıya yürüyoruz. Arkadan güzel popolu Selda da
geliyor, dayanamamış, bize eşlik ediyor.Samimiyet karşısında nasıl
davranacaklarını unutmuşlar. Utangaçlar ve tedirginler. Çorbacıya
almazlar bizi bu saatte diyor biri. Bana bırakın diyorum. Nitekim garip
bakışlar altında çorbacının en ücra köşesine siktir ediliyoruz.
Kızlardan birinin çişi geliyor, beni sen götür diyor, götürüyorum.
Çişini yapmıyor, makyajı akmış mı ona bakıyor, çıkıyoruz. Şef’e
eğiliyorum, sorun çıkarmayın misafirlerim diyorum, gönülsüz eyvallah
çekiyor. Mercimek çorbası istiyorlar. Allahın öküzlerine kokmamak
için…Soruyorum, seks zor gelmiyor mu, Makkuin kostümlü cevap veriyor:
ben daha yeniyim, hiç yapmadım. Diğeri cevaplıyor, alışıyorsun. Dokuz
-beş iş gibi düşün, yüzlerini hatırlamıyorsun çoğunlukla. Diyorum vay
anasını, biz sevgilimizle beceremiyoruz bunu. Muhabbet ediyoruz.
Havadan, sudan, hayattan…İşe dönmeleri gerekiyor, kibarca izin
istiyorlar. Güzel popolu bir lokma bile yemediği halde "helal et!"
diyor, diyorum; helal olsun, zevktir. Rujlarını tazeliyorlar ilk
iş…Sarılıp, öpüşüyoruz. Başları yerde çıkıyorlar. Komi arkalarından
sırıtıyor, ayıplıyorum. Eve geliyorum ve düşünüyorum. Şu an nerede ne
yapıyorlar…Tanrının becer ettiğini düşündüğümüz bir toplum tarafından
yine aynı tanrının beceriksizliği yüzünden cezalandırılan bu insanlar,
iyi insanlar, iyiliği hak eden insanlar, iyiliği unutmuş insanlar şu an
nerede ne yapıyorlar. Sonra yorgun düşmüş bunu yazıyorum: iyi ki doğdun
kardeşim, ama biz iyi ki yaşıyor muyuz, bilmiyorum!
Hep derim; bir şeyi düşünmek gerçekleşmesinden daha korkunçtur. Ve yine
derim ki; “o an” geldiğinde, bünye, o ana kadar hiç tanımadığı bir
şeyle çarpışır. O yüzden endişe ve korku yersizdir. Oğlana gittim bugün.
Kendilerini savrulmamak için ilahi kazığa oturtanlardan olsam derdim
ki: bekler! O yüzden o yüzle gitmedim…Yaşamayı iş edindiğim ve
yüklerimden kurtulmak istediğimden de gitmedim. Beklemediğini
bildiğimden gittim. Orası hiçliğin tdk’da olmayan karşılığı, tam da
bunun için gittim. Uzaktan bakıyorum zaman zaman, bir kayığa benziyorum
ben. Ondan gittim. Uyumam gereken zamanlarda uzun makaleler yazıyorum,
yazmam gereken zamanlarda uyumam gerekliliğini düşünüyorum. Bir ağaca
sarılıp iyi hissediyor, bir yandan da kelle alıyorum. Ne olursa olsun,
ne olacaksa olsun sadece öncesinde bir sıkıntı kaplıyor
yüreğimi…Sonrasını düşününce rahatlıyorum. Bira götürdüm çocuğa bu
yüzden, anam'a teşekkür ettim onu doğurduğu için…Gidiyordum ki, lafımı
geri aldım. Anam'a teşekkür ettim beni doğurduğu için. Ayağımın dibinde
mırlayan bir kedi var, herifin yarısı yok! Yani gerçek anlamda yarısı
yok: sağından bakılırsa bütün olan bu kedinin soldan bakıldığında yarısı
yok. Bu çocuk kör İsmail'in ensesine yapışma derdinde…Yani ben, kediye
bakıp tamlığımdan utanıyorum.Neyse ki kamyon tarafından çiğnenmişliğim
ve bir el bombası yutmuşluğum var; kızarmıyorum. Viski içiyorum
sedatifle, üstüne semizotu yiyorum, pirinçsiz. Bilsem gece ne çok
utanıcam, semizotuna pirinç atardım. İşte böyle akıp gidiyor zaman,
akşam oluyor. Çıkıyorum….Tansu ile tanışıyorum. Sigara ve alkol
kullanmayan, kendi deyimi ile olgunluktan hoşlanan Tansu ile…Kaşlarımı
soruyor bana, ben de kendim yoluyorum diyorum. Bıyıklarım çıktığından
alıyorum onları da, öyle aklıma geliyor kaşlarım.Tansu’nun kaşlarına
bakıyorum, eliyle acele kahküllerini düzeltiyor…Kahkülleri kıvırcık,
hayatı gibi. Hergün geliyor oraya, sevilmekten geçmiş, sevmek umuduyla.
Her düzüşme düzüşme değildir, bir çoğu içinde sevmek ve sevilmek umudunu
barındırır. Bir ara dışarı çıkıyorum, Hüseyin abim benim, alıyor beni
mahalle esnafı ile tanıştırıyor. Karşıda bir türkü bar, içeri giriyoruz,
muhabbet kısa: diyemiyorum, abi fiil çekmeden konuş. Diyemediğimden,
elime mikrofonu alıp bir uzun hava söylüyorum abime. Abim bana çay
ısmarlıyor, uzun malbora ikram ediyor; tüttürüyorum. Bara geri
dönüyorum, adını geçiştiren ve votka içen diyor ki, bütün yakışıklıları
siz kapmışsınız. Diyorum ki onlar benim öğrencilerim.İnanmıyor, valla
diyorum, hem ben streytim de diyorum, afallıyor. Biraz geri çekilip
inceliyor. Eğilip kulağıma bir şeyler söylüyor, anlamıyorum. Sesini
yükseltip tekrarlıyor: anam ben oral dönemde takıldım diye üzülüyordum,
sen daha doğmamışsın! Sigmund’un ebesine sektirip gülüşüyoruz…Herkesi
öpüp koklayıp çıkıyorum. Başka yerde hayatlar başka yaşanıyordan yola
çıkarak…Kalabalığa karışıyorum… Renkli kıyafetleri, marjinal
görüntülerinin yanında taşıdıkları göz kaçırmaları, doldurma şanel
kokularıyla beni yutuyor insanlar. Patronu soruyorum, patron geliyor.
Abi bıçkın, delikanlı, alemin kralı, yamuk muyum diye beni gözlüyor.
Korkmayı yıllar önce düşürdüğümü bilmiyor tabii…Abi tekin değil, ancak
beni tekin buluyor. Abi çay bulamadığından bana bir şey ikram etmek
istiyor; diyorum sağlığın, sağol, beladan uzak dur yeter. Abi hapisten
yeni çıkmış, bana sarılıyor, sen sağol diyor. Sağoluyorum…Biri gelip
içkisini emanet ediyor, diyorum olur, rahatlıyor ve dans etmeye, kendini
sergilemeye devam ediyor. Herkes av. Herkes avcı kılığında ama herkes
av. Geziniyorum, bakıyorlar…Bakmıyorum ben, sadece görüyorum. Güzel
poposu var, dans ediyor. Kayboluyorum bir ara, çıkıyorum.Anladım,
gidiyoruz. Kapının önünde güzel popolu telefonla konuşuyor. Orospu
çocuğunun biri kız olarak anılmak isteyeni kandırıyor, eğleniyor. Adı
Selda. Diyor ki, düzülmek için böyle oldum ve şimdi yaşamak için
düzüyorum. Diyorum ki ölüm ne lan...Orda bir aydınlık gözümü alıyor,
dönüyorum tanrının hatasını ödeyenlerden biri, güzel mi güzel…Adını
soruyorum, utanıyor…Onu rahatlatmak için verdiğim cevaptan ise ben
utanıyorum: söyle, ben iyi bir insanım! Hassiktir, her yerde varolacak
bir karınboşluğu buluyoruz, içimden kendime sektiriyorum.Ece,
diyor…Güzelsin ece diyorum, hetero sevgilisi geliyor, kolundan tutuyor
ve dönüp dikleniyor. Diyorum sakin, sorun yok. Gidiyorlar. Arkalarından
bakıyorum, anlamam için ekmek kırıntıları bırakmışlar mı diye. Badigard
güzel popoluyu uyarıyor, burda çok durma diye. Niye diyorum, arabalar
duruyor, polis müdahale ediyor diyor. Kızın önünü kapatıyorum, o
anlatmaya devam ediyor.Yanımdan iki Haydi Klum geçiyor. Birinin kıyafeti
ilgimi çekiyor, durun diyorum. Tanrının ihmal ettiği çocuklar duruyor.
Nereye diyorum, acıkmışlar. Diyorum, tamam beraber yiyelim; gidiyoruz.
Kollarına giriyorum, hoşlar ve samimiler. Soruyorum, bu kıyafeti nerden
aldın, yanıtlıyor: ben yaptım. Bana sorsanız Aleksandır Makkuin
tasarlamış derdim, demiyorum. Beyaz XL bir erkek gömleğinin altına siyah
dantel bir külot giymiş. Bacakları muntazam…Yüksek ökçeli platform
ayakkabılar var ayağında, muhtemel suni deri. Gömleğin sırtında bir
pencere açmış, oraya yine suni deriden siyah şeritler atmış. Belinde
aynı deriden kocaman bir kemer. Boynunda saten siyah bir kurdele. Sağ
eline dantel bir eldiven takmış. Sanki en iyi yardımcı kadın oyuncu
ödülünü almaya gidiyor. Ki bana kalsa verirdim. Diğeri kısa saçlı,
saçlarını uzatmaya çalışıyor, platin olacakmış ancak oksijen sarısına
ancak ulaşabilmişler. Dedim üzülme, Madonna da uğraşıyor bunun için,
biraz sabır. Fiziği çok düzgün, model olsa Wesvuud'u iyi taşır.
Kollarına giriyorum , çorbacıya yürüyoruz. Arkadan güzel popolu Selda da
geliyor, dayanamamış, bize eşlik ediyor.Samimiyet karşısında nasıl
davranacaklarını unutmuşlar. Utangaçlar ve tedirginler. Çorbacıya
almazlar bizi bu saatte diyor biri. Bana bırakın diyorum. Nitekim garip
bakışlar altında çorbacının en ücra köşesine siktir ediliyoruz.
Kızlardan birinin çişi geliyor, beni sen götür diyor, götürüyorum.
Çişini yapmıyor, makyajı akmış mı ona bakıyor, çıkıyoruz. Şef’e
eğiliyorum, sorun çıkarmayın misafirlerim diyorum, gönülsüz eyvallah
çekiyor. Mercimek çorbası istiyorlar. Allahın öküzlerine kokmamak
için…Soruyorum, seks zor gelmiyor mu, Makkuin kostümlü cevap veriyor:
ben daha yeniyim, hiç yapmadım. Diğeri cevaplıyor, alışıyorsun. Dokuz
-beş iş gibi düşün, yüzlerini hatırlamıyorsun çoğunlukla. Diyorum vay
anasını, biz sevgilimizle beceremiyoruz bunu. Muhabbet ediyoruz.
Havadan, sudan, hayattan…İşe dönmeleri gerekiyor, kibarca izin
istiyorlar. Güzel popolu bir lokma bile yemediği halde "helal et!"
diyor, diyorum; helal olsun, zevktir. Rujlarını tazeliyorlar ilk
iş…Sarılıp, öpüşüyoruz. Başları yerde çıkıyorlar. Komi arkalarından
sırıtıyor, ayıplıyorum. Eve geliyorum ve düşünüyorum. Şu an nerede ne
yapıyorlar…Tanrının becer ettiğini düşündüğümüz bir toplum tarafından
yine aynı tanrının beceriksizliği yüzünden cezalandırılan bu insanlar,
iyi insanlar, iyiliği hak eden insanlar, iyiliği unutmuş insanlar şu an
nerede ne yapıyorlar. Sonra yorgun düşmüş bunu yazıyorum: iyi ki doğdun
kardeşim, ama biz iyi ki yaşıyor muyuz, bilmiyorum!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder