Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Ekim 2014 Çarşamba

fobia/ bir köpek tarafından kovalanıp örümcek ağında yanarak boğulan uçak

Fobi; vicdan denen kavramı gereğinden fazla işlevselleştirmiş,  buna karşın duygularla mücadele edebilme bağışıklığı düşük canlılarda  ortaya çıkar.
    Aranakfobia’yı (örümcek korkusu) anlayabilmek için iki  eşit eyleme bölmek gereklidir. Durum, eylemlerden birinin doğruluğu üzerine alışkanlık  kazanıp, diğerinin onay görmemesiyle yüzleşmek ve tercih kullanmaktan  kaçınmaktır gerçekte. Burada “örümcek” bilinçaltına bilinçli bir şekilde  gönderilen  bir metafordur. Bilinçaltının kaçtığı şey ise şudur: Tüm  canlıların bir yaşamı olduğunu, acı çekebilirliklerini, yaşamak arzularını  kavramaya başlamak ve canlılarla empati kurarak büyümekle gelişen  ruhun  sahip olduğu bedenin, ne şartta olursa olsun bir canlıyı öldürülemeyeceği gerçeğine karşı, varlığın tehdit edildiği noktada güdüsel olarak “öldürmek” gibi  bir zorunluluğun varlığından   kaçınmak. Özetle, ölmek ve öldürmek, zarar görmek ve zarar vermek gibi kavramların şekillenmeye  başladığı yaşlarda edindiğimiz ahlaki ve  vicdani kavramlar, varlığımızın tehdit edildiği noktada travmatik ve hızlı bir biçimde  şekil değiştirip, "kötü" olarak tanımlayıp onaylamadığımız davranışlara dönüşebilir. Kişinin burda kaçındığı şey, hem zarar  görmek hem de zarar vermemektir. Bu iki kavramın aynı cümle içinde nasıl  kullanılacağı pratiğini edinememiş olan yapı, kaçışı, iki eylemin ortasına  oturttuğu bir metaforda bulur: ÖRÜMCEK. Fobilerin hayatı zorlaştıracak kadar  ehemmiyet taşımasının nedeni budur. Mesele bir örümcekle karşılaşmak değildir. Mesele o örümcekle karşılaşıldığında yüzleşilecek ve alınacak olan karar ya da kararsızlık, daha  da önemlisi o karar ya da kararsızlığın  sonucuna katlanmaktır: Zarar görmek / zarar vermek. Kaçınılan şey, hem olumlanan hemde yadırganan iki eylemin arasına sıkıştırılmak, kişinin kendisini yargılaması, eleştirmesi ve kendiyle yüzleşmesidir. Bu yüzden sokak köpeklerinden korkmayan, akrep ve hamamböceğine karşı  rahatsızlık  duymayan birine örümceğin zararsız bir yaratık olduğunu, korkunun nafileliğini söylemek kışkırtıcı bir davranıştır  ve kişiyi  kendinin bile anlamaktan kaçındığı bir kavrama yakınlaştırır. Alışkanlığa  dönüşmüş olan bu empati, yok edemediğin, zarar veremediğin,  öldüremediğin noktada sana zarar vereceğini  düşündüğün bir  durum ya da objeye  yönelik dolaylı  bir duygu  geliştirir ve kendini onda tanımlar. Kişinin bilinçaltına ittiği  şey,  kendini korumak durumunda göstereceği davranıştan utanç duymak, kendi gözünden düşmek ve  kendi tarafından yargılanma korkusudur.  Bu korku,  kişi tarafından onaylanmış(zarar vememek) ve onay görmeyen (zarar vermek) iki eylemin ortasına bir objeyi, bir durumu metafor olarak oturtur ve sorumluluk, (zarar görmek- zarar göstermek) duvarda niye gezindiğini  bilemediğimiz, öldürüp- öldürmemekle ilgili bizi karar vermeye zorlayan  örümceğe yüklenir.
Kişi,  refleks olarak  hep diğerlerinin ölümünü düşünür.  Ölecek olmak ve ölmek iki ayrı kavramdır ancak, dile geçirilişi  daha az ürkütücü olması adına  eksik ve  yanlış bırakılmıştır.  Obsesif kompulsif  bozukluğun altında yatan sebep de aynıdır. Gerçekte, sevdiklerinin ölümünden  şiddetle endişe duymak,  varolduğun bir  yaşam içinde muhatap  edilebileceğin acıdan egosantrik bir kaçıştır. Yani her  şey "yaşıyor" olmakla ilintilidir. Ölüm korkusu da yine aynı yapının tanımladığı, onayladığı ancak hatırlamaktan kaçındığı bir kavramdır. Kişinin kendi ölümüne tanıklık etme olasılığı  olmamasına karşın şiddetle hissedilen bu korku, nasıl olur da “diğerleri” gibi ölebileceğine cevap bulamamakta  ve içinde şiddetli bir megalomani  veya narsisizm barındırmaktadır.  Kişinin en büyük korkusu kendi ölümüdür. Diğer  endişeler ve bu endişelerin kendi varlığının önüne çıkıyormuş gibi hissediliyor  olmasının sebebi, bu acıyla muhatap olup edinilen alışkanlıkların değişmesi, düzenin bozulması ve yaşamın  geri kalanını haz alarak devam ettiremeyecek olma ihtimalidir. Böylece kişisel  bir mesele olan “ölecek olmak” yerini genel bir mesel’e, ölüm korkusuna bırakır. Uçak korkusu, ölecek olmak  ve ölüm  kavramlarını  çarpıştırır. Başkalarının ölümü, ölecek olma korkusunun tetikçisidir. Uçak, ölümden ziyade "ölecek olmak" durumunu bilinçaltından yüzeye ve gerçekliğe taşıdığı için rahatsızlık verici ve ürkütücüdür.  Ve gerçeğin korkutucu yanının şekil değştirip gerçekliğe geçirilmesi ise tam bir ikilemdir. fobi bir savunma mekanizması olarak bu yüzden ortaya çıkar: Korkulan şey, ölecek olmaktan çok  ölüme tanıklık edecek olma ihtimalidir. Buradaki  dolaylılık, yine iki zıt eylemin çarpışıp bilinçaltından bilince bir metafor kondurarak  sızması, “dil”e dökülmesi, şekillenmesi, ifade edilir hale getirilmesidir. Kapalı kalmak korkusu,  asansör korkusu, yükseklik korkusu, oto-kontrolün başka bir dinamiğe geçmesi çaresizliğidir;  kişiye  "ölmek" durumunu hatırlatır. Bilinçaltına  itilip  tanımlanamıyor olmasının  sebebi ise,  ölecek olmaktan çok ölüme tanık olacak olmaktır.
    Kişinin, simgesel içindeki yer edinişinin kaçınılmaz sonuçları ile,  içinde,  yaratılışından itibaren varolan ve  horgörülen “kötü”nün iyiye evrilmesinin yüklü çırpınışı ve bu çırpınışın varlığın  herhangi bir şekilde tehdit edilmesi durumunda olanca ilkelliği ile ortaya  dökülme utancı ve yenilgisinin  arasına yerleştirilen pansuman, kişinin kendini sevmesi-onaylaması, kişinin diğerlerince sevilip- onaylanması adına, içinde hiç  evrilmeyen kötüyle yüzleşmesi ihtimalinin tam ortasına oturtulan “şey”dir fobi. Gerçekte, ölecek olmak ve yaşıyor olmakla, ölmek ve yaşamak gibi  eylemlerin arasına sıkıştırılmış ve unutmamıza  yardımcı olan  metaforlardır  korktuklarımız.Tanrı gibi!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder