Fobi; vicdan denen kavramı gereğinden fazla işlevselleştirmiş, buna
karşın duygularla mücadele edebilme bağışıklığı düşük canlılarda ortaya
çıkar.
Aranakfobia’yı (örümcek korkusu) anlayabilmek için
iki eşit eyleme bölmek gereklidir. Durum, eylemlerden birinin doğruluğu
üzerine alışkanlık kazanıp, diğerinin onay görmemesiyle yüzleşmek ve
tercih kullanmaktan kaçınmaktır gerçekte. Burada “örümcek” bilinçaltına
bilinçli bir şekilde gönderilen bir metafordur. Bilinçaltının kaçtığı
şey ise şudur: Tüm canlıların bir yaşamı olduğunu, acı
çekebilirliklerini, yaşamak arzularını kavramaya başlamak ve canlılarla
empati kurarak büyümekle gelişen ruhun sahip olduğu bedenin, ne
şartta olursa olsun bir canlıyı öldürülemeyeceği gerçeğine karşı,
varlığın tehdit edildiği noktada güdüsel olarak “öldürmek” gibi bir
zorunluluğun varlığından kaçınmak. Özetle, ölmek ve öldürmek, zarar
görmek ve zarar vermek gibi kavramların şekillenmeye başladığı yaşlarda
edindiğimiz ahlaki ve vicdani kavramlar, varlığımızın tehdit edildiği
noktada travmatik ve hızlı bir biçimde şekil değiştirip, "kötü" olarak
tanımlayıp onaylamadığımız davranışlara dönüşebilir. Kişinin burda
kaçındığı şey, hem zarar görmek hem de zarar vermemektir. Bu iki
kavramın aynı cümle içinde nasıl kullanılacağı pratiğini edinememiş
olan yapı, kaçışı, iki eylemin ortasına oturttuğu bir metaforda bulur:
ÖRÜMCEK. Fobilerin hayatı zorlaştıracak kadar ehemmiyet taşımasının
nedeni budur. Mesele bir örümcekle karşılaşmak değildir. Mesele o
örümcekle karşılaşıldığında yüzleşilecek ve alınacak olan karar ya da
kararsızlık, daha da önemlisi o karar ya da kararsızlığın sonucuna
katlanmaktır: Zarar görmek / zarar vermek. Kaçınılan şey, hem olumlanan
hemde yadırganan iki eylemin arasına sıkıştırılmak, kişinin kendisini
yargılaması, eleştirmesi ve kendiyle yüzleşmesidir. Bu yüzden sokak
köpeklerinden korkmayan, akrep ve hamamböceğine karşı rahatsızlık
duymayan birine örümceğin zararsız bir yaratık olduğunu, korkunun
nafileliğini söylemek kışkırtıcı bir davranıştır ve kişiyi kendinin
bile anlamaktan kaçındığı bir kavrama yakınlaştırır. Alışkanlığa
dönüşmüş olan bu empati, yok edemediğin, zarar veremediğin,
öldüremediğin noktada sana zarar vereceğini düşündüğün bir durum ya da
objeye yönelik dolaylı bir duygu geliştirir ve kendini onda
tanımlar. Kişinin bilinçaltına ittiği şey, kendini korumak durumunda
göstereceği davranıştan utanç duymak, kendi gözünden düşmek ve kendi
tarafından yargılanma korkusudur. Bu korku, kişi tarafından
onaylanmış(zarar vememek) ve onay görmeyen (zarar vermek) iki eylemin
ortasına bir objeyi, bir durumu metafor olarak oturtur ve sorumluluk,
(zarar görmek- zarar göstermek) duvarda niye gezindiğini bilemediğimiz,
öldürüp- öldürmemekle ilgili bizi karar vermeye zorlayan örümceğe
yüklenir.
Kişi, refleks olarak hep diğerlerinin ölümünü
düşünür. Ölecek olmak ve ölmek iki ayrı kavramdır ancak, dile
geçirilişi daha az ürkütücü olması adına eksik ve yanlış
bırakılmıştır. Obsesif kompulsif bozukluğun altında yatan sebep de
aynıdır. Gerçekte, sevdiklerinin ölümünden şiddetle endişe duymak,
varolduğun bir yaşam içinde muhatap edilebileceğin acıdan egosantrik
bir kaçıştır. Yani her şey "yaşıyor" olmakla ilintilidir. Ölüm korkusu
da yine aynı yapının tanımladığı, onayladığı ancak hatırlamaktan
kaçındığı bir kavramdır. Kişinin kendi ölümüne tanıklık etme olasılığı
olmamasına karşın şiddetle hissedilen bu korku, nasıl olur da
“diğerleri” gibi ölebileceğine cevap bulamamakta ve içinde şiddetli bir
megalomani veya narsisizm barındırmaktadır. Kişinin en büyük korkusu
kendi ölümüdür. Diğer endişeler ve bu endişelerin kendi varlığının
önüne çıkıyormuş gibi hissediliyor olmasının sebebi, bu acıyla muhatap
olup edinilen alışkanlıkların değişmesi, düzenin bozulması ve yaşamın
geri kalanını haz alarak devam ettiremeyecek olma ihtimalidir. Böylece
kişisel bir mesele olan “ölecek olmak” yerini genel bir mesel’e, ölüm
korkusuna bırakır. Uçak korkusu, ölecek olmak ve ölüm kavramlarını
çarpıştırır. Başkalarının ölümü, ölecek olma korkusunun tetikçisidir.
Uçak, ölümden ziyade "ölecek olmak" durumunu bilinçaltından yüzeye ve
gerçekliğe taşıdığı için rahatsızlık verici ve ürkütücüdür. Ve gerçeğin
korkutucu yanının şekil değştirip gerçekliğe geçirilmesi ise tam bir
ikilemdir. fobi bir savunma mekanizması olarak bu yüzden ortaya çıkar:
Korkulan şey, ölecek olmaktan çok ölüme tanıklık edecek olma
ihtimalidir. Buradaki dolaylılık, yine iki zıt eylemin çarpışıp
bilinçaltından bilince bir metafor kondurarak sızması, “dil”e
dökülmesi, şekillenmesi, ifade edilir hale getirilmesidir. Kapalı kalmak
korkusu, asansör korkusu, yükseklik korkusu, oto-kontrolün başka
bir dinamiğe geçmesi çaresizliğidir; kişiye "ölmek" durumunu
hatırlatır. Bilinçaltına itilip tanımlanamıyor olmasının sebebi ise,
ölecek olmaktan çok ölüme tanık olacak olmaktır.
Kişinin,
simgesel içindeki yer edinişinin kaçınılmaz sonuçları ile, içinde,
yaratılışından itibaren varolan ve horgörülen “kötü”nün iyiye
evrilmesinin yüklü çırpınışı ve bu çırpınışın varlığın herhangi bir
şekilde tehdit edilmesi durumunda olanca ilkelliği ile ortaya dökülme
utancı ve yenilgisinin arasına yerleştirilen pansuman, kişinin kendini
sevmesi-onaylaması, kişinin diğerlerince sevilip- onaylanması adına,
içinde hiç evrilmeyen kötüyle yüzleşmesi ihtimalinin tam ortasına
oturtulan “şey”dir fobi. Gerçekte, ölecek olmak ve yaşıyor olmakla,
ölmek ve yaşamak gibi eylemlerin arasına sıkıştırılmış ve unutmamıza
yardımcı olan metaforlardır korktuklarımız.Tanrı gibi!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder