28 Ekim 2014 Salı

Andante yazılar-Eusebius / Florestan- Ben, Amadeus!

    Bu sayıda, beni fazlaca rahatsız eden bir konudan söz etmek istiyorum : bir eserin yorumlanması aşamasında dışarıdan şarkıcıya edilen müdahalelerden.Bu incelikli bir konu olduğundan, sizden de ince düşünmenizi ve fevkalade kalın bir sonuç çıkarmanızı isteyecek ve temenni edeceğim.
   Öncelikle olasılıkları gözden geçirelim. Bunu yapmamız gerekli, çünkü içinde bulunulan durumun şartları sonucu belirler. Diyelim elimizde kabiliyetli ve tecrübesiz  bir şarkıcı var ve  bu şarkıcı  Mozart’ın bir operasını çalışıyor.İlk olarak  CD kayıtlarının süzgecine takılacak şarkıcı.Sonrasında  korrepetitörün elinden geçecek bu yorum. Arkasından orkestra şefi girecek devreye, rejisör de gelip tüy konduracak finale.Yapılan işten değil, müdahaleden ve sürecin aldığı yoldan söz ediyoruz ; karıştırmayalım.Şarkıcı işinin ehli  ise, müdahaleye müdahale etmesi daha kolaydır ve Wolfgang’ ı  doğal olarak kendi bünyesine bıraktığı izdüşüme göre yorumlayacaktır .Besteciyi ne kadar sevse, kavramaya çalışsa da, veriler, bestecinin dışında  bir bünyenin eleğinden geçerek hayata dökülecek demektir bu. O yüzden biz, daha çok genç ve tecrübesiz şarkıcıları ve onların yaşadığı hezeyanı ele alalım ve devam edelim. İyi bir piyanistin eline düştünüz diyelim; bu sefer de piyanist  Mozart’ ın kendi üzerinde bıraktığı izdüşümden yola çıkarak müdahale edecektir yoruma. Çünkü aslolan duymak istenilendir, olması gereken değil. İcra söz konusu olduğu sürece bu gerçekten kaçınmak imkansızdır. Arkasından şef gelecektir ve o da, bilir kişiliğinin tasdiklenmiş olmasından feyiz alarak son darbeyi indirecektir. (Bunu ironik bir dille anlatıyorum çünkü, sonuç bazen insanı gerçekten güldürebiliyor.)Oysa her profesyonel müzisyenin kulağı “gerçeklik” yolunda, tekrar ve tecrübelerden az çok kirlenmiştir.Bu noktada saf bir gerçekliğe ulaşmak zaten hayalperestliktir.Kaldı ki biz burada konuyu irdelerken Carlos Kleiber’ den de söz etmeyeceğiz.
    Anlamaya en açık sanat, yazın sanatıdır.Ki orada bile bir şiirin her insanda bıraktığı iz, haz, tat farklıdır. Kaldı ki anlam devreye girdiği zaman işler daha da karışır.Bu noktada Derrida’yı ve onun tanımladığı sesmerkezciliği anmadan geçmek olmaz. Sesmerkezcilik, sözü yazıya üstün saymaya Derrida'nın verdiği ad’dır.Bunu derinlemesine anlamak için yapısöküm üzerine birkaç yazısını okumanızı tavsiye ederim.Burdan yola çıkar isek, Wolfgang’ın şifreli şiirleri olarak tanımlayacağım müziğini yeryüzünde kaç insan evladı tam olarak kavrama mertebesine erişmiştir? Ki gerçek anlam, gerçek düşünce söz, ses ve  yazıya bile takılırken, sözün mü bilincin mi  önce geldiği,  anlam için etken olduğu hala tartışılırken, müzikte tam bir gerçekliği aramak histeriklikten öte nedir, sorarım. Edebiyat eleştirmenleri günümüzde yazın sanatını  hala didik didik ederken, hala Beckett, Rimbaud tartışılırken, sözden, yazıdan daha izafi bir kavram olan müzik üzerine, hele hele Wolfgang’ın müziği üzerine nasıl sınırları çizilmiş doğrulardan söz edilebilir? Doğa bile her bünyede başka bir iz bırakırken bir müziğin şekil itibariyle öyle olması gerekliliğine kim karar verebilir?Bu dediğimi, derinlerde gezinen ve bulundukları yerden hoşnut olan entellektüel müzisyenler anlayacaktır.Ben, anlamak istemeyenler için basit yoldan anlatmaya çalışacağım.
    Bu konuda yaşadığım tecrübelerden birini aktararak başlayalım. Öğrencilerimden biri Mozart’ ın fazlaca bilindik bir operasını çalışıyor. (Buradaki bilindik şudur: müzik camiası tarafından fazla bir birikime gerek duyulmadan tanınan, sade  fakat gelişmiş vatandaş tarafından reklam müziklerinin içinden ayrılacak kadar kulağa aşina eserlerden biri.) Öğrenme ve analiz etme sürecinde öğrencilerimi bir süre rahat bırakırım. Doğru ya da yanlış, kendi yollarını  çizebilmeleri, duygularını benim duygularımla harmanlamamaları  için.Tam o zamanlardan birinde, bir orkestra şefinin ısrarlı ve histerik “Mozart böyle söylenmelidir” yaklaşımı yüzünden, genç ve tecrübesiz bir şarkıcının ağzını açamaz hale geldiğine tanık oldum..Müdahale etmeme rağmen aylarca sürdü bu kriz. Dağılmış olan şan imajını ve özgüvenini onarmak  hem beni, hem  genç şarkıcıyı hırpaladı ve yıprattı.Bu krizden çıkışımızı çok iyi hatırlıyorum:Bir gün bu  şarkıcıya zorlandığı aria’yı getirmesini söyledim. Notayı açtık ve incelemeye başladık. “Bak bakalım” dedim, “Sevgili Wolfgang aria’nın üzerine, yorumcular için ne gibi işaretler ve yol göstericiler koymuş”…Şarkıcı için, dört adet bağ dışında tek bir piano, forte, portamento, marcato, brillante, parlando v.s ibaresine rastlamadık.”Sence bu sonuç  ne demek olabilir” dedim çocuğa, yüzüme öylece baktı. “Bu ne demek biliyor musun: bu, Mozart’ ın şarkıcıdan talep etmediği bir şeyi ısrarla istemek demek. Talep eden kişinin o müzikten beklentilerinin, o müziği nasıl duymak istediğinin, ya da daha abartılı bir tanım yapmak gerekirse, şarkıcının hiçbir şey bilmemesinden yola çıkarak müzik cümlesinin anlatımının kendi iradesi dahilinde ortaya koymanın ya da Wolfgang’ ın eserini Wolfgang’ dan daha iyi bildiği veya analiz ettiğinin kanıtıdır, göstergesidir. Peki nasıl ayıracağız, kişilerin isteklerini Mozart’ın isteklerinden? Basit: Onu insan olarak kavramaya çalışarak, yaşantısı ve düşünceleriyle bağ kurmaya çalışarak, müziğini iyi analiz ederek…Ve o noktada ortaya çıkacak olan müzik, zaten Wolfgang’ın yazarken de düşündüğü gibi, onun toprakları içinde yeni ve özgür bir ağacı yeşertmekten başka bir şey değildir.Ben Mozart gibi bir deha’nın bu öngörüye sahip olduğuna eminim.Eğer yorumcular için eser yazıyorsanız bunu düşünmemek ihmalkarlık olur.İşte ortaya çıkan o şeye “yorum” denir.Yani , bir deha’nın yaratısının kişinin sınırları dahilinde kavranabileceği kadar kavranması ve sonrasında o kişi tarafından icra edilmesi.Bu noktada ciddiye alacağın kişi, bu özellikleri taşıyor olmalıdır.İnsanların kariyerleri, titrleri, erkleri sana bunu empoze etmemelidir.Öğrenmekle ,diretilmek arasındaki farkı anlamak için de bir şarkıcı entelektüel olmalıdır.Aksi durumda birbirinin aynı ve hiçbir derinliği olmayan yorumların tacizine uğrarız ki, bu tam da yaşadığın tecrübeye denk düşüyor zaten.”
 “Haklısınız” dedi ve aria’yı  kusursuz bir enstrüman ile ilk kez kendi dilinde, kendi bedeninde, kendi ruhundan geçirerek söyledi.
    Buradan çıkarılacak hisse nedir? Bir eserden beklentiniz o eseri nasıl duymak istediğinizden başka bir şey değildir. Bunun için ortalık, neredeyse birbirlerinin aynı, taklit olmanın ötesini görememiş yorumlardan geçilmiyor.Bu anlayış yorumculuğun, başkaldırının, değişikliğin, devrimin önünü kesen faşist bir yaklaşımdır. Mozart’a yakınlaşan insanlar olmuştur, onun eserlerini onun zihninden dökülmüşçesine yakalamaya uzanmış yorumlar, yorumcular olmuştur. Ve ancak bu müzisyenlerden, özellikle şarkıcılardan çok entelektüellerden çıkmıştır.Ancak entelektüel bir zihin yaratının tam olarak ne olduğuna odaklanabilir, üstüne bir de müzisyenseniz bir mucize gerçekleşmiş olur.Mozart’ ı şarkılaştırmak- Mozart’ı yorumlamakla, Mozart’ı anlamak başka başka işlerdir.Özellikle yorumculara müdahale eden kişilerin (çalıştırıcılar, orkestra şefleri gibi), bu hassas noktayı atlamamaları gerekir.Ortaya çıkan ortalama bir müzikten hoşnut olmakla, ortaya yeni bir bakış açısının dökülmesini engelliyor olabilir ve Wolfgang’ı kabrinde tepetaklak ediyor olabilirsiniz. Biraz detaylı düşünen bir insansanız, bu, özellikle ülkemiz sınırları dahilinde, hiyerarşik işleyiş, müzisyenlerin fikirsizliği, tecrübesizlik, duygusallıkla profesyonelliğin harmanlanması sonucunda sıklıkla rastlayabileceğiniz bir durumdur.Özellikle elinizde öğrenmeye ve anlamaya eğilimli  tecrübesiz bir müzisyen varsa, egosantrizminizi, en azından Mozart’ın ulvi yazısı hatrına bir kenara itip, çok dikkatli ve tevazu içinde davranmanız gerekir.Kendi beğeniniz Mozart’ ın yaratısının gerçekliğinin önüne geçemez.Geçmesini istiyor iseniz ya ikna kabiliyetinizi ve bilginizi yükseltiniz ya da  icracı olunuz ve deneyiniz. Artık bırakınız,  şarkıcılar Mozart’ı CD kayıtları dışında   yorumlayabilsinler,  farklı bir Figaro koysunlar ortaya.Bunu yapabilmek için Da Ponte’nin kim olduğunu öğrenmek zorunda kalsınlar.Büyük  şarkıcılar, bilgiyi emen; hazmedip, tüküren; kendinde bıraktığı izden yola çıkarak  yeni ve söylenmemiş olanı ortaya koyanlardır. Bırakın bu  iyi yorumculardan biri de bu ülkeden  çıksın.
    Naçizane öneri: Amadeus değil iseniz, onun eserleri ile ilgili  her cümleye “ bence” diye başlamakta fayda vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder